- Yazar: Emre Bağce
- Kategori: Kültür-sanat, Sinema
- Etiketler: Akira Kurosawa Düşler Filmi, Düşler - Dreams - Yume, Ağlayan İblis, şeftali Bahçesi, Sinemarmara Sinema Dergisi, Akira Kurosawa
- Bu yazı Okuryazar’a 1 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 1108
Akira Kurosawa'nın Düşler'i Gerçek mi Oluyor?
“Yedi Samuray” gibi çok sayıda muhteşem yapıta imza atmış bir yönetmen Akira Kurosawa. Kurosawa’nın mutlaka izlenmesi gereken başyapıtlarından biri de 1990 yapımı “Düşler” (“Yume-Dreams”). Kurosawa 119 dakika süren “Düşler”in aynı zamanda yazarıdır.
144 oyuncunun rol aldığı filmde, başrolde Akira Terao oynuyor. Terao düş gören kişi (Ben) rolünde. Mitsuko Baishô “Ben”in annesini, Toshie Negishi, sırtında çocuk taşıyan anneyi, Mieko Harada kar perisini, Mitsunori Isaki “Ben”in gençliğini, Toshihiko Nakano “Ben”in küçük çocukluğunu, Yoshitaka Zushi Er Noguchi’yi, Hisashi Igawa nükleer santral uzmanını, Chôsuke Ikariya ağlayan iblisi, Chishû Ryû yaşlı adamı, Martin Scorsese ise Vincent Van Gogh’u canlandırıyor.
Düşler, yapımından 1 yıl sonra 1991 yılında Türkiye’de gösterime girmiştir.
Birkaç yıl önce bir dersimizde, Türkiye’den ve dünyadan çok sayıda belgesel ve film incelemesi yapmıştık. İçeriğini, tekniğini ve verdiği mesajları hatırlamaları için öğrencilerime Düşler’i izlemelerini önermiştim. İzlemeyenlerin hatırı sayılır bir çoğunlukta bulunduğunu görünce Düşler’i okulda birlikte izleme kararı almıştık.
Hazırlıklarımızı yapmış, kendi imkânlarımızla sınıfı sinema salonuna dönüştürmüştük. Ve filmi seyretmeye başlamıştık. Ara verdiğimizde, öğrencilerimizden bazıları farklı gerekçelerle izin isteyerek ayrıldığında, sıkıldıklarını hissetmiş ve “keşke biraz sabredip filmin tümünü izleseydiniz” diye hafifçe sitem etmekten kendimi alamamıştım. Geride kalan öğrencilerimizle filmin tümünü izlemiş, görüntü, ses, müzik, oyuncu kadrosu, verdiği mesajlar bakımından Düşler ve Kurosawa üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirmiştik.
Düşler’i Türkiye’de gösterime girdiğinde üniversite yıllarında izlemiştim. Ondan sonra şu veya bu nedenle, daha çok da çevremdeki insanlara izletebilmek için defalarca izlemişimdir. Şimdi ise sizinle paylaşmak için Düşler’i yeniden izledim. Her izlediğimde, mutlaka yeni bir şeyler keşfettim, meseleleri yeniden düşünme imkânı buldum.
Kurosawa Düşler’de dünyanın hali pür melalini sekiz düş ve kabus ile insanlığın dikkatine sunar.
Düşler’in kaygısı insan ve doğadır; çevre, teknoloji, ilerleme, savaşlar, militarist değerler, nükleer santraller ve doğal yaşam Düşler’in birbiriyle ilintili temalarıdır. Kurosawa Düşler’de dünyanın hali pür melalini sekiz düş ve kâbus ile insanlığın dikkatine sunar.
Yağmurun Arasından Gelen Işık
İlk rüya “Yağmurun Arasından Gelen Işık” yani gökkuşağıdır. Tilkilerin mahremiyeti ve yaşamları üzerinden insan-çevre ilişkileri konu edilir. Bir küçük çocuğun gözüyle bu ilişkiler anlamlandırılmaya çalışılır.
Sahnenin son kısmında, annesi oğlunun tilkilerden özür dilemesi gerektiğini söyler. Çocuk annesine sorar, “Nerede yaşadıklarını bilmiyorum ki?” Annenin cevabı manidardır.
- Bulursun.
Böylesi günlerde hep gökkuşağı olur.
Tilkiler de bu gökkuşaklarının altında yaşarlar.
Şeftali Bahçesi
İkinci rüya “Şeftali Bahçesi” başlığını taşır. Şeftali bahçesi üzerinden insan-doğa ilişkisi sorgulanır. İnsanların doğa üzerindeki yok ediciliği bir çocuğun naif bakışıyla irdelenir. Şeftali bahçesini keserek ortadan kaldıran bir ailenin çocuğu ailede bir eksiklik olduğunu fark ederek arayışa koyulur. Bu arayış sırasında şeftali bahçesinin ruhunu temsil eden figürlerle karşılaşır; çocuğun duygu dünyasındaki saflık ve temizlik bu karşılaşmayı mümkün kılar.
Bu rüyada ayrıca insanın doğaya pragmatik bakışı ile ahlaki bakışı arasındaki farklılık da ortaya konur. Çocuk şeftali ağaçlarına sadece meyve verdikleri için değil, kendiliğinden güzel oldukları için değer verdiğini belirtir.
Ağaçların ruhları ile çocuk arasında yaşanan diyalog şöyle sürer:
“- Hey sen, ufaklık!
Sana söylememiz gereken önemli bir şey var! İyice dinle!
Bir daha asla evine gitmeyeceğiz!
- Ama niye?
- Çünkü ailen bahçedeki bütün şeftali ağaçlarını kesti!
- "Oyuncak Bebek Günü" şeftali ağaçlarının çiçek açması içindir.
- Çiçeklerin açmasını kutlamak içindir.
- Biz oyuncaklar, şeftali ağaçlarının cismanî temsilcileriyiz.
- Ağaçların ruhu, açan çiçeklerin canıyız!
- Ağaçları kestikten sonra neyin kutlamasını yapacaksınız?
- Yok olan ağaçlar kederlerinden gözyaşı döküyor!
- Ağlama!
Gözyaşı dökmenin faydası yok.
- Onu suçlamayı bırak.
Bu çocuk, ne zaman bir ağaç kesilse üzüntüsünden ağladı.
Hatta kesime mani olmaya çalıştı.
- Evet, çünkü şeftalileri seviyor.
- Hayır.
Şeftaliyi para vererek de almak mümkün.
Ama şeftali ağaçları ile dolu bir bahçeyi almak mümkün mü?
O bahçeyi ve çiçek açmış şeftali ağaçlarını seviyorum.Ama artık yoklar.
İşte bu yüzden ağlıyorum.
- Çok iyi. Anlıyorum!
Bu çocuk, iyi biri imiş!
Şeftali bahçemizin çiçek açışını bir kez daha gösterelim mi?”
Daha sonra şeftali bahçesinde ağaçların çiçek açması muhteşem bir görsel şenliğe dönüşür.
Tipi
Bir grup dağcının kışın tırmandıkları bir dağda, konakladıkları kamptan hareket etmelerini ve tipide bin bir güçlükle ilerleyişlerini konu edinir. Bu rüyada, zaman, mekân, yön, doğa ve ölüm konusu irdelenir. Güç koşullarda yapılan yürüyüş sırasında, dağcıların ayrıldıkları kampın çevresinde dolaşıp durdukları anlaşılır.
Dağcılar arasında endişe, yorgunluk, korku hâkimdir. Mola vermek zorunda kaldıkları bir sırada kendi aralarında olduğu kadar kendilerini uykuya (ölüme) götüren Kar Perisi ile de ilginç diyaloglar yaşarlar:
- Biri geliyor!
- Evet, birisi geliyor!
- Kimsenin geldiği yok, İllüzyon bu!
Sakın uykuya yenik düşmeyin! Yoksa ölürsünüz!
Ayağa kalkın! Uyanık durun!
…
- Kar sıcak.
- Buz soğuk.
Diğer Bir Rüya: Tünel
Bu rüyada hayatta kalan komutanları ile savaşta hayatını kaybeden müfreze birliğindeki askerler konu edinir. Komutan tek başına yolda yürürken savaşta mühimmat taşıdığı görülen bir köpek yolunu çevirir; komutanı bir tünelin bir başından diğer başına dek yürümeye zorlar. Bu sırada arkasından bir askerin geldiğini görür. Er Noguchi ile komutanı arasındaki diyaloglarla savaş ve militarizm sorgulanır. Komutanı Er Noguchi’yi öldüğüne ve onunla birlikte tüm müfrezenin imha edildiğine ikna etmeye çalışır, Noguchi ise ölmediğini anlatmaya çalışır.
- Anlıyorum.
- Ama annemle babam öldüğüme inanmazlar. Burası evim.
Annemle babam hâlâ beni bekliyorlar.
- İyi de bu gerçek! Öldün!
Gerçekten öldün. Kollarımda can verdin. Noguchi!
Bunun üzerine Noguchi geri dönüp tam giderken, tüm müfreze uygun adım yürüyüşle gelir ve önde bulunan subayın emriyle hayatta bulunan komutanlarını selamlar.
Subay şöyle tekmil verir:
- Üçüncü müfreze üsse dönmüştür komutanım! Zayiat yoktur!
Komutanın üzüntüsü daha da artmıştır. Askerlerinin yüzlerine bakamadığını, onları ölüme gönderdiğini ifade eder ve olup bitenlerden dolayı kendini suçlar. Tüm sorgulamaların sonunda, üçüncü müfreze derin acılar içindeki komutanlarının verdiği komutla geri döner ve gözlerden kaybolur.
Kargalar
Beşinci rüyada kahramanımız, Vincent Van Gogh’un tablolarını seyrederken onun dünyasına girer, Van Gogh’un bakışı ile insan, sanat ve doğa ilişkilerini ele alır.
Diğer insanlar tarafından tımarhaneden kaçmış birisi olarak görülen Van Gogh’un kaygısı ve doğa karşısındaki tutumu resmedilir.
İlk karşılaşmaları sırasında Van Gogh kahramanımıza neden resim yapmadığını sorar ve sözlerini şöyle sürdürür:
- Bence, bu manzara inanılmaz! Sanki bir tablo gibi, ama öyle değil.
Dikkatini verip iyice bakarsan doğanın ne kadar harika olduğunu görebilirsin!
Van Gogh kıyasıya resim yapma telaşı içindedir. Zamanın her bir anında renkler de doğa da değişmektedir. Bundan dolayı muhteşemdir doğa. Kendisiyle sohbet etmeye çalışan kahramanımıza nihayetinde şöyle seslenir:
“Güneş!
Beni resim yapmaya zorluyor. Sizinle harcayacak zamanım yok!”
Kızıl Fuji Dağı
Altıncı bölüm rüyadan ziyade bir kâbus. İlk görüntülerde Fuji Yanardağındaki patlamalar verilir; ardından bunun yanardağ patlaması değil daha da korkuncu nükleer santraldeki reaktörlerin patlaması olduğu anlaşılır. Panik ve kargaşa içinde insanlar sağa sola kaçışırlar, nükleer santral uzmanı “Japonya o kadar küçük ki, kaçacak yer yok!” der. Buna karşı biri sırtında, çocukları ile birlikte kaçmaya çalışan kadın şöyle seslenir:
“Hepimiz bunu biliyoruz.
İmkânsız. Ama yine de denemeliyiz. Başka çaremiz yok.”
Sonraki sahnede tam bir yıkım sessizliği hâkimdir, insanlar, eşyalar çevreye ve okyanusa savrulmuştur. Kıyamet gibi, yolun sonuna gelinmiştir.
Nükleer santral uzmanı, kahramanımız ve sırtında çocuğunu taşıyan anne arasında geçen diyaloglar ürperticidir.
- Ama ne oldu?
Onca insan nereye gitti? Nereye kaçtılar?
- Okyanusun dibine! Yunus balıkları. Onlar bile gidiyor.
- Yunuslar şanslı. Yüzebiliyorlar!
- Faydası olmaz.
Radyasyon onları da yakalar! Bulutlar!
Kırmızı olan!
Bu Plutonyum-239.
1 gramının 10 milyonda biri bile kansere neden olur. Sarı olan strontiyum-90.
İnsanın nefesine nüfuz eder ve lösemiye yol açar! Eflatun olan sezyum-137.
Üremeyi etkiler.
İnsan bedeninin mutasyonuna yol açar! Canlıları canavarlaştırır!
İnsanoğlunun bu derece aptal olması inanılmaz bir şey!
Radyasyon gözle görülmezdi. Bu yüzden, renklendirilmişti.
Tek faydası, bizi hangisinin öldüreceğini bilecek olmamız.
Ölümün çağrısı bu.
Ardından çocuklarını kurtarmaya çalışan annenin çaresiz çığlıkları yükselir, uzman da ona cevap verir.
- Yetişkinler zaten yeteri kadar yaşamış! Ama çocuklar ne gördüler ki?
Bu hiç adilane değil!
- Ölümü bekleyerek yaşamaya, yaşamak denmez.
- Nükleer tesislerin güvenli olduğunu söylemişler- di ama!
Tesisin kendisi güvenli ama insanlar değil. Kaza olmaz, tehlike yok.
Bize söyledikleri buydu! Yalancılar!
Bu yüzden idam edilmezlerse, bizzat ben öldürürüm!
- Endişelenme.
Radyasyon senin yerine yapar zaten! Üzgünüm.
Ölmeyi hak edenlerden biri de benim!
Nükleer santral uzmanı bu konuşmayı yaptıktan sonra kendini okyanusun sularına bırakır. Geride kalan kahramanımız ile anne üzerlerine doğru gelen radyoaktif elementleri dağıtmak ve çocukları korumak için çaresizce uğraşırlar.
Ağlayan İblis
Taş üstünde taş kalmamış, en ufak bir yaşam belirtisi görülmeyen bir çevre, sisli bir dağ eteği. Kahramanımız yorgun, bitkin bir halde ne olduğunu anlamaya çalışan bakışlarla sağa sola koşturarak tepeye tırmanıyor. Gittikçe sis kesifleşiyor. Dağın zirvesine yakın bir noktada sis ve gürültüler arasında karşılaşıyorlar. Her ikisi de ürkek ve tedirgin.
- İnsansın, değil mi?
- Neyin var? Sen iblis misin?
- Sanırım öyle!
Ama bir zamanlar insandım. Ne dünya ama!
Ne aptallık!
Uzun zaman önce burası çiçeklerle bezeli bir yerdi. Daha sonra nükleer bombalar, füzeler burayı bir çöle çevirdi!
Şimdi onların yüzünden garip garip çiçekler çıkıyor. Karahindibalar.
- Karahindibalar mı?
-Ucubekarahindibalar. Bu bir gül.
Çiçeğin üzerindeki tomurcuktan tuhaf bir şekilde bir kök daha çıkmış.
Hepsi radyasyon yüzünden. Mutasyona sebep olan da bu. Çiçekler hep sakat.
Sadece çiçekler değil. İnsanlar da öyle. Bana bir bak! Bunların sebebi hep insanoğlunun aptallığı! Gezegenimizi zehirli atıklardan oluşan bir hurdalığa çevirdiler!
Bir zamanlar keyif aldığımız doğa yeryüzünden silinip atıldı!
Kuşlar, hayvanlar, balıklar yok artık! Bir süre önce iki suratı olan bir tavşan, tek gözlü bir kuş ve tüylü bir balık gördüm.
- Peki ne yiyorsunuz?
- Yiyecek bir şey yok! Kendi kendimizi yiyoruz. İlk, zayıf olanlar öldü.
Şimdi de benim sıram geldi. Burada bile sınıflar var.
Benim gibi tek boynuzlu iblisler iki veya üç boynuzlu iblislerce yenir.
Önceden çok güçlü ve kibirlilermiş. Şimdi çalımlarından geçilmez oldu iyice. Bırakalım dilediklerince davransınlar!
İstedikleri kadar boynuzları olsun!
Bırakalım, ne yapmışlarsa, acı çekerek yaşasınlar! Burası cehennem!
Ölümden de beter! İsteseler bile ölemiyorlar!
Onların cezaları da ölümsüzlük!
Günahlarının bedelini ebedi azap ile ödüyorlar! Yakında beni de yerler.
Böylece kurtulacağım! Ama yenilmek istemiyorum. Bu yüzden de kaçıyorum!
Daha sonra, tek boynuzlu iblis insan olduğu vakitleri hayıflanarak anıyor. O zamanlar bir çiftçi; fiyatı düşmesin diye litrelerce sütü nehre boşalttığını, tonlarca patates ve lahanayı toprağa gömdüğünü anlatıyor.
Kraterin derinliklerinden iki ve üç boynuzlu iblislerin acı içinde haykırışları geliyor. Kahramanımız iblise dönüşmemek için korku içinde tepeden aşağıya doğru kaçarak uzaklaşıyor.
Su Değirmeni Köyü
Kurosawa’nın “Düşler”i içinde Su Değirmeni Köyü ayrıcalıklı bir yere sahip gibi gözüküyor. Filmin başından itibaren rüyalarda insan ilişkileri, çevre sorunları, teknolojinin getirip götürdükleri, umut, endişe, kaygı ve uyarılarla birlikte bir dantel gibi işlenmiştir. Su Değirmeni Köyü’nde ise Kurosawa umudu, sadeliği, doğa ile dostluğu, natüralizmi, insan ihtiyaçlarının sınırlılığını, ruh-beden bütünlüğünün korunmasını 102 yaşındaki ihtiyar bir delikanlının gözünden sunmayı tercih etmiştir.
Felsefi bakıştaki inceliğe, sadeliğe ve erdemliliğe doğanın, sesin ve müziğin inceliği, sadeliği, insan ruhunu okşayan tonu eşlik ediyor. Bu düşü izleyen kişilerin içinde bulunduğumuz dünyanın irrasyonelliklerini, yıkımlarını, çarpıklıklarını zihinsel ve ruhsal bir sıçrama ile bir anda görme, sorgulama imkânına kavuşabileceğini söylemek abartı olmayacaktır.
Bu nedenle, düşte geçen betimlemeleri, sorgulamaları ve önerileri sözel olarak paylaşmanın filmde sunulan hakikati, güzelliği ve şiirselliği anlatmakta kifayetsiz kalacağını düşündüğümü belirtmekle yetinmiş olayım.
Düşler Üzerine Son Birkaç Söz
Görüntüsü, müziği, sesi ve diyalogları ile mutluluğun ve mutsuzluğun resmini çizer Kurosawa “Düşler”de. Her ne olursa olsun, insan iradesine yönelik umudu korur ve yeşertir “Düşler”.
Kurosawa aynı zamanda Sokratik bir perspektifle insana ve hayata dair sorgulamaların kapısını aralar izleyiciler için. “İnsan nedir?”, “ne olmalıdır?” sorularının da cevabını buldurur insana. Aramak ve bulmak, hatırlamak ve unutmamak üzerine kurulu bir filmdir aslında “Düşler”. Kişinin kendi iç dünyasına yönelerek kaybettiklerini bulmasını, mahvettiklerini tamir etmesini ve henüz elinde olanların kıymetini bilmesini öğütler baştan sona.
Not: Bu yazı ilk olarak Sinemarmara Sinema Dergisi'nde yayımlanmıştır. (Sinemarmara Sinema Dergisi, Sayı 1, Haziran - Temmuz - Ağustos 2013, s.17-24).
Emre Bağce'nin diğer yazıları da ilginizi çekebilir
Göz atmak için tıklayın
Bu sayfayı beğendiyseniz, lütfen yorum yapmayı ve çevrenizle paylaşmayı unutmayın.
Etiketler: Emre Bağce, Akira Kurosava, Düşler Filmi, Yume, Derams, Akira Kurosawa Filmleri, Emre Bağce Yazıları, Sinemarmara Sinema Dergisi, Ağlayan İblis, Tünel, Su Değirmeni Köyü, Kızıl Fuji Dağı, Çevre Sorunları, Çevre Felaketi, Akira Kurosava Filmleri Mesajları, Film Örgüsü, Sinema Film Eleştirisi, Şeftali Bahçesi, Tipi, Akira Kurosawa'nın Düşler'i Gerçek mi Oluyor?
Okuryazar'ı keşfedin!
Okuryazar'a üye olup, daha fazla özellikten tamamen ücretsiz olarak yararlanabilirsiniz. Dilerseniz, kendinize köşe açabilir, anlık ileti paylaşabilir, yazılar kısmında ilgilendiğiniz konularda içerikler yazabilirsiniz.
Beğen ve Yorum Yap
Bu Yazının Yorumları
Mustafa Atagün- 1 hafta önce
Emre Bağce- 1 ay önce
Hasan Aybars Arslan- 2 ay önce