- Yazar: Okuryazar Editöryal
- Kategori: Deneme
- Etiketler:
- Bu yazı Okuryazar’a 4 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 238
Modernliğin özgürlük-disiplin düalizmi ve müphemlik
Peter Wagner'e göre modernliğin muğlaklığı veya müphemliği kendini farklı zamanlarda, farklı yerlerde farklı biçimlerde gösterir. Modernliğin çifte doğası kendi kökeninden kaynaklanır. Başlangıçta, kendi kaderini tayin edebilmeye yönelik bir arzuyu vurgulamış olsa da, aslında tarihsel olarak, insanların kaderinin Tanrı tarafından belirlendiği şeklindeki dini anlayışın yeniden düşünülmesine işaret etmiştir. Nitekim modernliğin kaynağı olan aydınlanma bu anlayışa karşı aklı Tanrının, uygarlığı da inayetin yerine koyan sekülerleşmiş bir din olarak tabir edilebilmiştir. İlk başta özgürleşme, çoğulluk ve bireyselliğe ağırlık veren modern anlayış, kendi içinde ivme kazanmasını sağlayan idealizmiyle gerilim içinde, bütünsel bir uyum ve disiplinden fazla bir şey talep etmeyen yeni bir düzenin çelişkilerini taşımıştır. Bu noktada, müphemlik kavramı Bauman'ın da vurguladığı gibi önem kazanmıştır.
Müphemlik kavramı bir nesne ya da bir olayın birden fazla kategoriye sokulabilmesi ve net olarak sınıflandırılamaması anlamına gelmektedir. Bu durumda aydınlanma ve dolayısıyla modernliğin bilim temelinde ele aldığı tanımlama ve sınıflandırma ısrarı, bu algılayışın sürdürülebilirliğini yitirmesine neden olmaktadır. Bu şekilde vücut bulan endişe ve bunu takip eden kararsızlık, müphemliği bir düzensizlik olarak karşımıza çıkarır. Oysa müphemlik dil bakımından normal olmayan bir durum değildir. Ancak modernliğin sınıflandırarak tanımlayan işleyişi açısından anormaldir.
Sınıflandırma, bölmek ve ayırmak şeklinde gerçekleşir. Sınıflandırma, öncelikle her bir varlığın belli bir gruba ait olduğunu ve bu grubun da toplu olarak başka varlıkların karşıtı olduğunu varsayar. Kısaca sınıflandırmak, dünyaya bir yapı atfetmektir. Bazı olayları ötekilerden daha olası kılmak, olayların keyfiliğini sınırlandırmak veya tamamen yok etmektir. Çünkü düzenli ve akılcı bir dünya, kişinin önünü gördüğü, bir olayın olabilirliğini nasıl hesaplayacağını ve bu olabilirliği nasıl artırıp azaltabileceğini bildiği, belli durumlar arasındaki bağların ve belli eylemlerin etkinliklerinin aynı kaldığı riskin daha az olduğu, kontrolün kaybedilmesi riskinin oldukça azaldığı bir dünyadır. Bu bakımdan dünyanın düzenliliği insanların akılcı mantığına uygun düşer ve dolayısıyla müphemlik bir tehdit olarak algılanır. Bu amaçla adlandırma ve sınıflandırma müphemliğin önüne geçmek için kullanılır. Oysa bu tür bir algılayış müphemliği ortadan kaldırmak yerine onu besler. Çünkü sınıflandırma eylemi hem bir dâhil etme hem de bir dışlama eylemidir. Her dışlama ise dünyaya karşı bir yapaylık ve şiddet eylemidir. Dışlamanın yan ürünü olarak müphemliğin doğması ise kaçınılmazdır.Ancak modernliğin müphemlikle sürekli olarak mücadele içinde olması gittikçe daha da sınıflandırıcı bir cevap doğurur. Bu noktadan bakılacak olursa, müphemlikle mücadele hem kendisini güçlendiren hem de törpüleyen bir çabadır. Bu mücadele, hiç zayıflamayan bir güçle devam eder. Bir bakıma modern zamanlar müphemliğe karşı yürütülen amansız bir savaşı ifade eder. Dolayısıyla bu sürecin neticesinde modernliğin kendisine biçtiği düzenleme ödevi öne çıkar.
Fredric Jameson'a göre bu düzen dünyanın, insan doğasının, insan benliğinin ve bu üçü arasındaki ilişkinin düzenidir. Descartes'ın geçmişten topyekûn kopuşu bu bakımdan sadece modernliğin başlangıcını değil, aynı zamanda modernliğin kendini bulmasını ya da refleksivite teorisini oluşturur. Bu bakımdan modernlik bir düşünce meselesi ve kaygı konusu olarak değerlendirilebilir. Bilinçli bir pratik olduğunun farkında olan modernlik, durduğu ya da sadece yavaşladığı takdirde ortaya çıkacak boşluktan sakınan bir pratiktir. Bu bakımdan düzenin doğal olmadığının keşfi modernlikte düzenin keşfi olmuştur. Modernlikte bu düzen bir tasarımdan ziyade saplantı olarak kendini gösterir. Bauman'ın da ifade ettiği gibi modernlik için doğa, eksiklikler barındırandır. Doğanın boşluğu ve modernliğin temel dayanağı bilimin dinamizmi, birbirleriyle zıtlıklar gösterse de ayrılamayan iki parçalı bir bütün oluşturmuştur. Bu iki parça karşılıklı olarak birbirlerini meşrulaştırmıştır. Beşeri olanın ötekisi olarak doğal olan, iradenin ve ahlaki algılayışın karşıtı olmuştur. Bu durumun en açık örneği olarak görebileceğimiz olgu, doğada başıboş olan nesnelere anlam atfeden tek varlık olma tekelinin insana ait olmasıdır. Öyle ki bir cisme değer kazandırabilen tek varlık insandır. Bu değer insanın nesneleri belli bir amaca sevk edebilmesine bağlıdır. Bu nedenle doğa, doğal olarak kalan, düzeni, uyumu, tasarımı bozan, dolayısı ile amaç ve anlamı reddeden her şey olarak algılanmıştır.
Bu durumda varoluş, düzen ve kaos olarak ayrıştığı ölçüde moderndir. Bu bakımdan modernliğin gözünde gerçekleşmesi gereken düzen, her zaman için hayatta kalma savaşı vermektedir. Çünkü düzenin ötekisi başka bir düzen değil, kaostur. Öteki yani kaosun en temel algılanış şekli ise düzen içinde kendi varlığını hissettiren belirsizlik yani müphemliktir. Dolayısı ile modernliğin düalist yapısının temeline bu açıdan daha net bir yaklaşım getirilebilir. Düzen sınıflandırma ve adlandırma işleminin sonucunda doğar. Dolayısı ile müphemlik bu sürecin yan etkisi ya da yan ürünüdür denebilir. Benzer şekilde, müphemliğin oluşturduğu ise kaostur. Böylece kaos düzenin varlığının meşruiyet kaynağı haline gelir.
Müphemliğin kökünü kazıma çabası tipik bir modern pratik haline gelmiş, modern siyasetin, modern aklın ve modern yaşamın özü olmuştur. Bu, kesin olarak tanımlama ve kesin olarak tanımlanamayan her şeyin bastırılması ya da elenmesi çabasıdır. Modern pratiğin amacı bu anlamda yabancı toprakların fethi değil, dünyadaki boş noktalara karşı tahammülsüzlük nedeniyle bu boşlukların doldurulması olmuştur. Dolayısı ile disiplinin söylemi bu noktada ön plana çıkmaktadır. Kolektif ve bireysel eylemler müphemliği yok etme amacı tarafından yönlendirildiği sürece, sonuç hoşgörü maskesi altında da olsa hoşgörüsüzlük olmaktadır.
Bu bağlamda modernliğin en güçlü kurumu olarak modern devlet, düzenin ihtiyaç duyduğu disiplini (sınıflandırma ve adlandırma pratiğinin uygulanabilirliğini) sağlamak için - aydınlanmada ifade edildiği gibi merkezi niteliğe sahip (tek bir odaktan tek taraflı standart bir nesnellik) modern bir kurum tarafından – kullanılan önemli bir araçtır. Sennett'in de ifade ettiği gibi bu amaçla meritokrasi ve bürokrasi, toplumda sınıflandırma adına önemli girişimler olmuşlardır. Orduda başlayan bu algılayış benzer şekilde, büyük sivil bürokrasilerde de etkili iktidar piramitleri oluşturmuştur. Bürokratik piramit dolayısıyla ussallaştırılmıştır. Yani her makamın, her bölümün tanımlı bir işlevi belirlenmiştir. Öyle ki modernliğin iki söyleminden biri olan özgürlükçü modelde kendinizi gerçekleştirerek başarılı olabilirsiniz. Oysa disiplinin uygulandığı bu yapı içinde (Weber Modeli) çizgiden çıkmanın karşılığı cezalandırılmadır. Weber modeli bürokrasi tanımında zaman esastır ve işlevler iyi tanımlanmış, sabit ve statiktir. Bireyler kendilerini nasıl tanımladığıyla değil, sahip olduğu makamla tanımlanırlar ve beklentiler bu yönde önceden kestirilebilirdir. Poggi'nin de ifade etmiş olduğu gibi makamlar üzerinde mülkiyet ve veraset hakkı olmayan, çalışmaları sonucunda kurumun gelir elde etmesi durumunda, bu gelir üzerinde hak iddia edemeyen memurların gelirleri de önceden planlandığı gibi sabit ve belli bir miktardır. Bu yapı içinde tüm kararlar bir disiplin içinde yazılı olarak verilir ve kayıtlara geçirilir.
Modern devlet bu bağlamda tanımlama ve tanımları sabitleme iktidarı olduğu için, kendi kendisini tanımlar ya da iktidarın tanımlamasından kaçan her şeyi sapkın olarak değerlendirir. Bu durumda direniş; egemenliğe, iktidara, dünyanın saydamlığına, denetimine ve düzenine sınır koyma girişimi olarak algılanır. Böylece ortaya çıkmakta olan kaos hem modern devleti hem de modern aklı yeniden üretir. Her iki taraf da çabalarının boşa çıkması ile gelişirler. Bu nedenle modern varoluş, bu sürekli gerilimin farkında olan modern bilinç tarafından huzursuzluğa itilir. Sonuç olarak Küçükalp'in de belirtmiş olduğu gibi modern devlet, gerçekte rasyonalliğin en gelişmiş biçiminden başka bir şey olmayan bürokratizasyonun vücut bulduğu bir oluşumdur. Bu bürokratizasyon sürecinin en açık sonucu olarak, modern siyasal sistem içinde bireysel özgürlükler, kaosa karşı düzeni sağlama iddiasındaki bürokratik egemenliğe feda edilmişlerdir.
Beğen ve Yorum Yap
Sosyal Mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
Bu Yazının Yorumları
Şu yazılar da ilginizi çekebilir
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Emre Bağce- 2 hafta önce
Çok güzel ezgilerimiz var, toplum olarak gençlerimi...Tükenmek Bilmiyor Kara Günlerim...
Hasan Aybars Arslan- 1 ay önce
Mimarinin dehası demek Bruna Taut için daha doğru b...İnsanî mimarinin İstanbullu ust...
Hasan Aybars Arslan- 1 ay önce
İnsanoğlunun hırsının sınır tanımazlığı. En büyük o...Dünyada Yüksek Bina Yarışı