Okuryazar / Yazılar / Cemal Süreya’nın “Düz Ovası” İran’ın yalnızlığı… yazısını görüntülemektesiniz.

Bu bölümde yer alan yazılar Okuryazar üyelerinin; profillerinde, çeşitli kategorilerde yazdıkları bireysel yazıları, deneme, şiir, öykü, makale, bilimsel araştırma vb. tarzda yazdıkları yazılar ile oluşturulmaktadır.

  • Yazar: Hilal Özdemir
  • Kategori: Sinema
  • Bu yazı Okuryazar’a 3 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
  • Gösterim: 31
1 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen
Cemal Süreya’nın “Düz Ovası” İran’ın yalnızlığı…

Cemal Süreya’nın “Düz Ovası” İran’ın yalnızlığı…

"Yalnızlığı soruyorlar; yalnızlık bir ovanın düz oluşu gibi bir şey." Cemal Süreya Yalnızlık ömür boyu mu? Gelin bu sorunun cevabını Maryam Moqadam ve Behtash Sanaeeha tarafından birlikte yazılan ve yönetilen My Favorite Cake (En Sevdiğim Pastam) filminde arayalım. En Sevdiğim Pastam, başrollerini Lili Farhadpour ve Esmaeel Mehrabi’nin paylaştığı 2024 yapımı İran filmi. İran sinemasının, usta yönetmen Abbas Kiyarüstemi ile başlayan yükselişi, hocalarını örnek alan yeni kuşak yönetmenlerle devam ediyor. Hem ülkelerindeki sorunları hem insana dair meseleleri öyle sade ve incelikle ele alıyorlar ki, ortaya seyir zevki yüksek yapımlar çıkıyor. En Sevdiğim Pastam, basit bir yalnızlık, varoluş, sevgi temalı bir yapım gibi görünse de İran’daki güncel sorunlara da dokunan, olaylara tepkisini gösteren filmlerden. Şimdi gelin filmin konusuna bakalım… En Sevdiğim Pastam, Mahin ve Faramarz arasında gelişen ilişkiyi konu alıyor. Mahin, eşini kaybettikten sonra yaklaşık 30 yıldır yalnız yaşayan, senede bir kez arkadaşlarıyla buluşan, çocuklarıyla telefonla görüntülü konuşan yalnız bir kadın. Bu yalnızlığı kırmak, kendi için bir şeyler yapmak isteyen Mahin, İran İslam devriminden önceki yıllarda yaptığı gibi hazırlanıp, güzel zamanlar geçirdiği yerlere gidiyor. Bindiği takside denk geldiği şarkıyla, o güzel günleri hatırlayıp taksici ile sohbet ediyor. Böylece seyirci, hem Mahin hem de devrimden önceki İran’la ilgili bilgiler ediniyor. Mahin, gittiği emekliler lokantasında otururken, karşı masada Faramarz’ı görüyor. Faramarz’ın yan masada oturanlarla konuşmasını duyan Mahin, onun da yalnız olduğunu anlıyor. İşte bu noktadan sonra ikisi için de her şey değişiyor. Faramarz, taksicilik yaparak geçimini sağlayan biri. Mahin, onun peşinden giderek Faramarz’ın taksisine biniyor ve evin yolunu tutuyorlar. Yolculuk sırasında yağan sağanak yağmur, ikili arasında gelişecek olan olayları işaret ediyor. İnceden başlayıp yoğun bir sağanağa dönüşen yağmur gibi Mahin ve Faramarz arasında oluşan yakınlık da bu şekilde ilerliyor. Bu iki yalnız insan arasındaki sohbet Mahin’in evinde devam ediyor. Bireyin yalnızlığı teması hem sinema hem de edebiyatta popülerliğini korumaya devam ediyor. Hal böyle olunca insan kendine şu soruyu soruyor; “Acaba gerçekten yalnız olmak istiyor muyuz?” Daha genç yaştaki insanlar, hayatın karmaşası içerisinde işten eve döndüklerinde yalnız kalmak, kendine vakit ayırmak istiyor. Bu yalnızlık, uzun süre devam ettiği zaman alışkanlık haline geliyor. Fakat insan doğası gereği sosyalleşmeye ihtiyaç duyan bir canlı. Hep genç kalacağız gibi hissetsek de durum böyle değil. Filmde de gördüğümüz gibi, ilerleyen yaşlarda belki eşimiz öldüğünde, çocuklarımız bizden ayrılıp kendi yaşamlarını kurduğunda, kocaman evlerimizde yalnız kalıyoruz. Mahin ve Faramarz da bize, o ileri yaştaki insanların yalnızlığını sade fakat çarpıcı biçimde anlatıyor. Film soluk renklerle başlıyor. Fakat Faramarz eve geldiği andan itibaren her şey kendi rengini buluyor. Burada, Mahin’in bahçesini yalnızlığının simgesi olarak düşünebiliriz. Uzun zamandır bahçenin yanmayan ışıkları, Faramarz’ın tamir etmesiyle yanmaya başlıyor. Işıkla aydınlanan bahçedeki çiçekler bir bir renklerini gösteriyor. Mahin’in uzun yıllar süren yalnızlığı, Cemal Süreya’nın dizelerindeki gibi düz bir ovadan bir anda tüm renklerini gösteren bahçeye dönüşüyor. Mahin, uzun zamandır dolapta beklettiği renkli elbiselerini yeniden giymeye başlıyor. Yaşamak için sebep buluyor. Ona bu sebebi veren de kendisi gibi yalnızlıkla boğuşan Faramarz oluyor. Filmi izlerken aklıma dünya sinemasının önemli yönetmenlerinden Haneke’nin Amour (Aşk) filmi geldi. Haneke, hayattaki olayları seyircinin yüzüne en sert şekilde çarpan yönetmenlerden. Amour filminde de uzun yıllardır evli olan yaşlı çiftin, hastalık sonucu içinden çıkılmaz hale gelen ilişkileri anlatılıyordu. Amour filminde anlatılan hikaye ne kadar sert bir yerden ele alınıyorsa, My Favorite Cake filmi o kadar yumuşak yerden bakıyor olaya. Amour filmi, seyirciye ilk dakikada tokat atarken, My Favorite Cake ise bunu sona saklıyor. Filmde ele almamız gereken bir diğer konu ise yönetmenlerin İran’ın hem geçmişine hem de günümüzdeki haline yaptığı atıflar. İran birçok insanın bildiği gibi İslam Devrimiyle birlikte büyük bir kırılma yaşadı. İnsanların yaşama biçimleri, toplumdaki varoluşları, kadın erkek ilişkileri ve daha pek çok şey bir anda yerle bir oldu. Yönetimde yaşanan bu devrim, hayatın her alanında olduğu gibi sinemayı da etkiledi. Mahin: İki tel saçı göründü diye bu kızları öldürecek misiniz? En Sevdiğim Pastam filminde Mahin’in, sokakta başını kurallara göre örtmediği için ahlak polisi tarafından uyarılan genç kızı sahiplenmesi, koruması ve sonrasında İslam Devrimi öncesi zamanları anlatması izleyiciyi geçmişe götüren ve özgürlüklerimize sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğini hatırlatan sahnelerdendi. Film, başörtüsü takmayan bir kadın ve alkol içip dans eden insanların yer aldığı sahneler içerdiği için İran'da tepkiyle karşılandı. Yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha, İran yetkilileri tarafından kendilerine yeni bir seyahat yasağı konulduğu için filmin İsveç'teki galasına katılamadı. İşte biz izlerken minik bir sahne olarak gördüğümüz anlar, yönetmenlerin ceza almasına neden oldu. Yazının sonuna doğru yaklaşırken, filmde yer alan küçük bir sahneden daha bahsetmek istiyorum. İran, komşumuz dedik ve benzer özelliklere sahip olduğumuzdan bahsettik. İki yakın ülkenin birbirini etkilememesi imkansız. Daha önce izlediğim İran filmlerinde İbrahim Tatlıses’in şarkılarının çalındığı sahnelere denk gelmiştim. Bu filmdeyse 2017-2019 yılları arasında ülkemizde yayınlanan ve başrollerinde Aslı Enver ve Özcan Deniz’in yer aldığı İstanbullu Gelin dizisine denk geldim. İstanbullu Gelin dizisinde de eşi öldükten yıllar sonra ilk aşkı ile tekrar bir araya gelen ve ömrünün kalan yıllarını onunla geçirmek isteyen Esma Boran karakteri yer alıyordu. Çocukları annelerine yaşını başını aldığı için tepki gösterse de Esma, dik bir duruş sergileyip sevdiği adamla birlikte oluyordu. En Sevdiğim Pastam filminde geçen sahnede bu dizi özellikle mi seçildi bilmiyorum. Fakat sahne için tesadüfen televizyondan bir dizi seçildiyse ve İstanbullu Gelin denk geldiyse güzel bir tesadüf olmuş diyebiliriz. Konusu, oyunculukları, olayları ele alma biçimi ve göndermeleriyle 96 dakikaya pek çok mesaj sığdıran film, ömür boyu yalnız yaşanamayacağının ispatı gibi… Umarım bir gün hepimiz vakit çok geç olmadan en sevdiğimiz pastayı ruhumuzu aydınlatan insana ikram edebiliriz.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...

Bu Yazının Yorumları

Son Eklenenler
Son Yorumlar

Mehmet- 5 saat önce

Hilal Özdemir- 3 hafta önce

Beğenmenize çok sevindim. Teşekkür ederim :) Hollywood Şöhret Kaldırımı’nın...

Neslihan- 3 hafta önce

Çok güzel bir yazı. "Eski benliğiyle yeni benliği a... Hollywood Şöhret Kaldırımı’nın...
Daha Fazlasını Gör