- Yazar: Emre Bağce
- Kategori: Toplum, Siyaset
- Bu yazı Okuryazar’a 1 ay önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 371
Huzurlu ve Mutlu Bir Toplum İçin Adalet, Eşitlik ve Dayanışma: Yönetim Stratejileri
Bir ülkenin huzurlu ve mutlu olabilmesi, vatandaşlarının refah ve esenlik içinde yaşaması için yönetim anlayışının ne denli önemli olduğu aşikâr. Huzurun ve mutluluğun sağlanması, sadece ekonomik büyümeyle değil, aynı zamanda sosyal adalet, eşitlik ve insan haklarına saygı ile mümkün olur. Peki, bu ideal duruma ulaşmak için yöneticiler neler yapmalı, nelerden kaçınmalıdır? Ya toplum meselelere nasıl bakmalı, huzurlu, mutlu bir ortama kavuşmak için neler yapmalıdır?
Her şeyden evvel, yöneticilerin önceliği adalet ve eşitlik olmalıdır. Her bireyin eğitim, sağlık ve ekonomik fırsatlara eşit erişimi, toplumsal barışın temeli olarak kabul edilmelidir. Eşit fırsatlar sunulmadığında, toplumsal huzursuzluk, güvensizlik ve ayrışma kaçınılmaz hale gelir. Ayrımcılığın her türlüsünden kaçınmak, yalnızca bireylerin değil, toplumun genel sağlığı için de elzemdir. Eş-dost, akraba kayırmacılığı, nepotizm veya memleketçilik, sadece ayrımcılığa yol açmakla kalmaz, aynı zamanda dürüst, ahlaklı, yetenekli bireylerin gelişmesini de engeller. Bu durum, toplumda bir güven kaybı yaratır; bireyler, bilgi, tecrübe ve yeteneklerine göre değil, kimliklerine, yöneticilerle eş-dost, akraba veya memleket gibi yakınlıklarına göre değerlendirildiklerini hissederlerse, kırılırlar. Haksızlığa uğradıkları için motivasyonları azalır ve potansiyellerini gerçekleştiremezler. Bu durumda toplumda üretim ve verimlilik düşer, insanlar topluma küser, ülkelerine yabancılaşırlar. Huzuru, güveni başka yerlerde aramaya başlarlar.
Yöneticilerin bir diğer önemli sorumluluğu ise şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesini benimsemektir. Kamu yönetiminde açık iletişim ve dürüstlük, vatandaşların devlete olan güvenini artırır. Eğer yöneticiler, aldıkları kararları toplumla istişare etmez, yönetim kademelerindeki dürüst, ahlaklı kişilerin arkasında durmaz ve görüşleri ve tercihleri arasında ayrım yapmadan halkın farklı kesimleriyle yeterince iletişim kurmazlarsa, bu durum toplumsal huzursuzluğa neden olur. Bu nedenle, vatandaşların taleplerini dikkate almak ve onlarla sürekli diyalog halinde olmak, sağlıklı bir yönetim anlayışının önemli bir parçasını oluşturur.
Ekonomik istikrar, huzurlu bir toplumun diğer bir önemli bileşenidir. Vergi politikalarının adil ve şeffaf olması, kaynakların etkin bir şekilde kullanılması gereklidir. Yöneticiler, vergi gelirlerini toplumun refahı için en iyi şekilde değerlendirmeli; şatafata, eğlenceye veya gereksiz yapılara değil, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarla birlikte eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlere öncelik vermelidir. Ekonomik fırsatların artırılması, sadece bireylerin yaşam standartlarını yükseltmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal bağlılık ve dayanışmayı da güçlendirir. Ki bunlar da, sinir, dolaşım, kas iskelet sisteminin bir canlıyı ayakta tutup sağlıklı yaşamasını sağladığı gibi, toplumun sağlıklı şekilde yaşamasını mümkün kılar.
Bir kez daha yineleyelim. Toplumsal bağlılık ve dayanışma, toplumun kas iskelet sistemi ve bağışıklık sistemi gibi işlev görür. Nasıl ki bağışıklığı düşen bir insan hastalıklara açık hale gelirse, dayanışma düzeyi zayıflayan bir toplum da zayıflar, her türlü tehlikeye ve yıkıma açık hale gelir. Yöneticilerin toplumun menfaatinden ziyade kendi menfaatlerini düşünmesi dayanışmayı ortadan kaldıran, toplumu zehirleyen başlıca unsurlardandır.
Bir toplumda, suç oranlarının azaltılması, toplumsal huzurun sağlanmasında kritik bir unsurdur. Suçun kök nedenlerine inmek ve önleyici tedbirler almak, uzun vadeli bir strateji gerektirir. Her şeyden evvel, her aşamada ve zeminde yöneticiler suça karşı sıfır tolerans göstermelidir. Doğrudan veya dolaylı şekilde toplumda suça ve suçlulara karşı bir tolerans ve teveccüh oluşmasına göz yummamalıdırlar. Adalet ve refahı herkes için dengeli şekilde dağıtacak politikalar üretilmeli, ödül-ceza sistemi toplumdaki herkes için eşit şekilde uygulanmalıdır. Popülist sebeplerle, eğitim, ceza, vergi, imar vb. farklı alanlarlda sık sık uygulanan aflar toplumda adalete olan inancı yok etmektedir. Ayrıca pek çok sorunu büyütmektedir. Ülkesini seven dürüst her vatandaşın bu popülist uygulamaların kendi yüklerini artırdığını bilmesi gerekir. İşini yapmayanlara sürekli ödül vererek, suçluların cezalarını kaldırarak, aflar getirerek ödüller vermek yerine; herkesin işini sağlıklı şekilde ve vaktinde yapması teşvik edilmelidir. Başarısızlara, tembellere, suçlulara göre toplumu düzenlemek yerine çalışkan, dürüst, üretken ve toplumuna değer katan kişiler esas alınmalıdır. Başarıyı, çalışkanlığı, dürüstlüğü ödüllendiren bir sistem hayata geçirilmelidir.
Gençlere değer veren politika ve uygulamalar ile insan odaklı bir eğitim, gençlerin umutlarını yeşertir, hayallerinin peşinde özgüven ve özsaygı ile gitmelerini mümkün kılar. Ayrıca bu onların suça bulaşmamalarında yahut suçtan uzaklaşmalarında önemli bir rol oynar; bu nedenle, eğitim politikalarının güçlendirilmesi, gençlerin sağlıklı bir topluma katılmalarını sağlar. Ayrıca, toplumsal dayanışma projeleri ve sosyal hizmetler, dezavantajlı grupların güçlendirilmesine katkı sunarak, toplumsal dayanışmanın artırılmasında etkili olur. Bu tür politika ve uygulamaların başarılı olabilmesi ise toplumdaki tüm bieylerin değer görmesine; ilgi, yetenek, tecrübe ve ayırabilecekleri zamanlarına göre işlere katılmaya teşvik edilmesine bağlıdır.
Huzurlu bir toplum, sadece ekonomik ve sosyal politikalardan değil, aynı zamanda kültürel değerlerden de beslenir. Görgü kurallarının gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası olması, topluma değer katan örf ve âdetlerin yaşatılması, kültürel birikimlerin yeni kuşaklara aktarılması, farklı fikir ve düşüncelerin saygıyla karşılanması... Bunlar toplumun farklılıklarıyla beraber bir arada ve mutlu yaşamasını mümkün kılar. Anlayış, nezaket, karşılıklı saygı, sevgi toplumsal güveni, refahı ve zenginliği artırır. Yöneticilerin, değerlere ve toplumsal çeşitliliğe saygı göstermesi ve kültürel birikimleri desteklemesi, toplumda bir arada yaşama bilincini güçlendirir. Böylece bireyler, kendilerini ifade etme ve topluma katılma konusunda cesaret bulur. Geçmiş ve bugün arasında köprüler kurarak kendini değerli hisseder.
Tüm bu bahsedilen hususların hayata geçirilebilmesi bir koşula bağlıdır. En başta yöneticilerin ve kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken etik değerlere bağlı kalmaları, dürüst ve ahlaklı olmaları, toplumun ortak menfaatini, yani kamu yararını her şeyin üstünde tutmaları. Bunlar toplumun tüm üyeleri için de geçerlidir, eğer huzur ve güven içinde yaşamak istiyorsak. Kamu gücünün kişisel çıkar sağlamak için kullanılmaması, akraba veya parti ilişkileri gibi kayırmacı ilişkilerden kaçınılması toplumsal güvenin tesis edilmesinde büyük önem taşır. Çünkü bu tür ayrımcılıklar, toplumda derin yaralar açar; adalet duygusunu zedeler ve bireyler arasında güvensizlik yaratır. Böyle bir ortamda, insanlar kendilerini değersiz hisseder ve toplumsal dayanışma zayıflar. Bir ülkede yönetim toplumsal bağlılık ve dayanışmayı artıracak dil, söylem ve politikalar gütmüyor tam aksine bunun tersini yapıyorsa; o ülkenin başta aklı başında, ahlaklı, dürüst, ülkesini seven insanlarının toplumsal bağlılık ve dayanışmayı en öncelikli mesele olarak görüp bütün imkanlarıyla bunu sağlamaya çalışması gerekir.
Kısaca vurgulamak gerekirse, huzurlu, mutlu ve refah içinde yaşayan bir toplum yaratmak, yöneticilerin toplum refahını önceleyen böyle bir vizyona ve bunu gerçekleştirecek yüksek bir ahlaka sahip olmasıyla mümkündür. Adalet, eşitlik, şeffaflık ve dayanışma ilkeleri üzerine kurulu bir yönetim anlayışı hem bireylerin hem de toplumun genel sağlığını korur ve güçlendirir. Bu sayede, insanlar kendilerini huzur içinde yaşayabilecekleri bir ortamda görür ve geleceğe umutla bakabilir.
Toplumun çok uzun zamandır içinde yaşadığı koşulları bu gözle değerlendirdiğimizde durumun pek iç açıcı görünmediğini söylemek, malûmun ilâmı olur. Bu nedenle şapkamızı önümüze koyup düşünmeye ihtiyacımız var.
Bir defa yaşadığımız olumsuzluklardan sadece şikâyet etmek, sızlanmak artık hiçbir şeye kâr etmiyor. Sabahtan akşama kadar güya tespit adı altında ahkâm kesip yargı dağıtmanın da beş kuruşluk değeri bulunmuyor. Özellikle sosyal medya ortamlarında sağda solda memleket meselelerine dair atıp tutan, mangalda kül bırakmayan kimselerin peşinde ağlayıp sızlayarak, şikâyet edip sağa sola negatif eleştiri veya hakaretler ederek hiçbir yere varamayız.
Peki o zaman ne yapmalı?
Her şeyden önce başkasını değil, kendimizi öz eleştiriye tabi tutmakla işe başlayabiliriz. Bundan kasıt olumsuz bir şey değil, kendimize gelmek için bunu yapmalıyız. Sonra bir araya gelip dürüstçe konuşmaya, yaşadığımız olumsuzlukların sebep ve sonuçlarını beraberce ve sakince tespit etmeye ihtiyacımız var. Yazın kavurucu sıcağında bir söğüt veya asma altında serinleyip, bir çay, kahve içtikten sonra yola koyulmak gibi... Bu, hepimize iyi gelecektir. Ondan sonra her birimiz, elimizden ne iş geliyorsa ona göre dürüstçe sorumluluk alıp hep beraber çözüm üretebiliriz. Eminim o vakit, yaptıklarımız bir işe yarayacak ve bütün bir toplumu da hayli vakittir içinde dolaşıp durduğu fasit daireden çıkaracak bir merdiven veya can simidi olacaktır.
Yanlış mı söylüyorum, ne dersiniz?
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Emre Bağce imzasında diyor ki;
Hayata umutla bak.
Emre Bağce'nin Profili Emre Bağce'nin Tüm YazılarıBu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Emre Bağce- 1 hafta önce
Teşekkür ederim Mustafa Bey, selamlar 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Mustafa Atagün- 1 hafta önce
Paylaştıklarınızın tümüne katılıyorum.... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Emre Bağce- 2 hafta önce
Teşekkür ederim Barış Bey, var olun. Haklısınız. Um... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...