- Yazar: Burcu Biter
- Kategori: Toplum, Ekonomi
- Bu yazı Okuryazar’a 2 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 513
"İhtiyaçlar Hiyerarşisi"nin Neresindeyiz?
Eğitim-öğretim hayatımız boyunca kimi derslerde mutlaka karşımıza çıkmış olan, gündelik yaşamda ise zaman zaman kulağımıza çalınan bir piramittir ‘‘Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’’ piramidi. Piramidi aşama aşama tamamlayıp kendini gerçekleştiren insan, ‘‘kaliteli bir hayat’’ yaşıyor olarak kabul edilir. Nitekim kişinin ruhsal dengesinin bozulup bozulmadığı da söz konusu piramit baz alınarak anlaşılmaya çalışılır çoğu zaman.
Piramidin en alt kısmında fizyolojik yani bedensel ihtiyaçlar yer alır; yeme, içme, barınma gibi.. Giderek artmakta olan yiyecek, içecek, kıyafet ve kira fiyatlarına bakılırsa bizi millet olarak en çok ilgilendiren, endişelendiren ve düşündüren yer burası. Tiyatroya, sinemaya, konsere gitmek ya da kitap alıp okumak gibi kültürel faaliyetler şöyle dursun, bizler pazarda bile sebze-meyve fiyatlarının ne kadar artığından söz ediyoruz hasbelkader yan yana gelip yaptığımız sohbetlerde. Yıllarca okuyup, zorlu ve stresli sınavlardan geçerek üniversite kazanan öğrenciler okulu bırakmayı düşünüyor mesela, dudak uçuklatan ‘‘yaşam’’ masraflarından dolayı. Yüksek lisans, doktora gibi bilim dünyasına adım atma niteliği taşıyan akademik kariyer planları ise bilim adına bir şeyler üretebilme tutkusundan ziyade, işsizliğin ‘‘örtülü’’ bir çözümü haline gelmiş durumda genç insanların nezdinde. ‘‘Bunca yıl okudun, şimdi ne yapacaksın?’’ sorusuna bir türlü cevap verememenin kaygısını, daha da vahimi ‘‘hiç veremeyecek olmanın’’ korkusunu yaşıyor milyonlarca insan içten içe. Çalışanların içinde bulunduğu vaziyetin ise bütün bunlardan aşağı kalır yanı yok! Daha bugün biri veteriner, diğeri de doktor olan bir çiftin Antalya’daki kira masraflarını karşılayamadıkları için Bursa’ya taşınmak zorunda kaldıklarını duydum artık hiç de şaşırmaya yer bırakmayacak şekilde. Markette sebze-meyve reyonunda çalışan ‘‘emekli’’ amca, ‘‘Valla emekli maaşım yetse, burada 5 dakika bile durmam.’’ diyor kendisine kulak vereceğine inandığı, reyonlardaki fiyatları görünce gözleri büyüyen, kaşları gayri ihtiyari kalkan market müşterilerine. İşte memlekette vaziyet aşağı yukarı böyle.
Antik Yunan’da ‘‘Hane’’, ‘‘Agora’’ ayrımı vardır; hane özel hayatı, agora da kamusal hayatı temsil eder kısaca. Etimolojik olarak ‘‘toplantı yeri, meclis’’ anlamlarına gelen agorada şehirle ilgili politik, dini ve ticari her türlü kamusal faaliyet, ‘‘yurttaş’’ olarak kabul edilen erkekler tarafından yürütülürdü. Var olan toplumsal iş bölümünde evin bütün sorumluluğu ise kadınlar ve kölelere verilmişti. Bir başka deyişle, kadınlar ve köleler ev idaresinden sorumluyken, yurttaşların sorumluluğu, Antik Yunan’ın hem ekonomik hem düşünsel anlamda daha ileriye götürülebilmesi için yönetime katılmak ve fikir üretmekti. İşte eski toplumlara ait olan söz konusu bu ayrımın günümüz modern yaşamında da değişik formlarda varlık gösterdiğini söyleyebiliriz. Yani bir anlamda felsefe ve politika gibi uğraşların yolu ‘‘evde tencerenin nasıl kaynayacağını’’ dert etmemekten geçiyor. Maslow’un piramidine dönecek olursak düşünsel alanlarda üretim yapabilmek, faaliyet gerçekleştirebilmek için fizyolojik ihtiyaçlarımızı nasıl karşılayacağımızı oturup ‘‘kara kara’’ düşünmememiz gerekiyor. Yani ‘‘Saygınlık’’, yani ‘‘Kendini Gerçekleştirme’’ evreleri. Sözgelimi memleketin gündemi, ‘‘şu kadar hektar tarım alanı daha yok oldu’’ ya da ‘‘Türkiye falanca ülkeden bu kadar buğday ithal ediyor’’ cümleleriyle değil de ‘‘kaç tane Nobel aldık?’’, ‘‘üniversitelerimiz dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında nasıl üst sıralara çıkabilir?’’ gibi sorularla şekillenmeli. İnsanlığın Antik Yunan’dan beri bazı hususlarda (eşitlik, adalet vb.) neredeyse hiç yol kat edememiş olması ne garip, öyle değil mi?!..
Virginia Woolf’un meşhur cümlelerini hatırlayalım: ‘‘Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.’’ Ben bu yazıyı parasını zar zor ödediğim ‘‘kendime ait olmayan’’ bir odada kaleme aldım. Ama erkekler (egemenler) ne der diye düşünmeden yazdım. Çünkü bu ülkenin gençleri olarak en çok bizim bir şeyler söylemeye hakkımızın olduğu inancındayım. Nitekim ifade özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğünün hiçbir anlamı yoktur, unutmamak lazım. Kim bilir belki bir gün, parasını rahatlıkla ödeyebildiğim, kendime ait bir odada ya da evde, huzurla güzel şeyleri düşünerek bir yazı yazarım. Yaşarken hiç gün yüzü görmemiş olan babasını yakın zamanda bir kaza sonucu kaybeden ve önünü asla göremeyen bir genç olarak herkes için tek bir dileğim var: umut dolu yarınlar. Babam çatıdan düşerek öldü ama onu o çatıya çıkaran şey içinde bulunduğu derin yoksulluktu. Sabahattin Ali’ye ait ve kanımca haletiruhiyemizi çok iyi anlatan bir cümleyle, (Sabahattin Ali’yi de yad ederek) yazıya son vermek istiyorum: ‘‘Perişan bir haldeyim. Fakat içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var’’. Umut dolu günlerde yaşamak dileğiyle…
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Burcu Biter imzasında diyor ki;
''Ütopya ülkesinin olmadığı hiçbir dünya haritası bakmaya değmez.'' Oscar Wilde
Burcu Biter'ın Profili Burcu Biter'ın Tüm YazılarıBu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Emre Bağce- 1 hafta önce
Teşekkür ederim Mustafa Bey, selamlar 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Mustafa Atagün- 1 hafta önce
Paylaştıklarınızın tümüne katılıyorum.... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Emre Bağce- 2 hafta önce
Teşekkür ederim Barış Bey, var olun. Haklısınız. Um... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...