- Yazar: Emre Bağce
- Kategori: Toplum, İletişim, Teknoloji
- Bu yazı Okuryazar’a 1 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 580
İnsan ve İletişim
İletişim, varlığın kendisi ve çevresiyle ilişkisine dair bir süreçtir. Toplumun kuruluş ve işleyişi dâhil, hayatın her alanında olumlu-olumsuz etkisiyle varlığını hissettirir. Söz gelimi, herhangi bir meseleyi müzakere eden insanlar düşünelim, konuşmanın nasıl seyredeceğine, muhatapların nasıl ayrılacağına dair fikir yürütelim. İyimser senaryoda, konuşmaya katılanlar azami samimiyet ve saygı içinde meseleyi ele alır, görüşme sonunda birbirlerinden ve aldıkları karardan memnun olarak vedalaşırlar. Muhtemel senaryolardan bir diğerinde ise tam aksi yaşanabilir: Konuşma sırasında aralarında anlaşmazlık çıkar, büyüyerek kavgaya dönüşür. Olaylar öyle cereyan edebilir ki, kişiler o konuşmayı veya görüşmeyi hiç yapmamış olmayı dileyebilirler. İki uç arasında yaşanabilecek pek çok ihtimal hesaba katıldığında, içerik-yöntem meselesinin önemli olduğu görülür; çoğu durumda “incir çekirdeğini doldurmayacak” hususlardan dolayı meselelerin çığırından çıktığı, hayatın farklı sahalarında olduğu gibi, insani bir ilişki biçimi olarak iletişimde de esas kadar usulün, mazruf kadar zarfın önemli olduğu tespit edilir.[1]
Ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerde de iletişimin işlevine dair nice olumlu örnek sayılabilir, fakat birçok anne babanın çocukları ile sorun yaşadığı da vakidir. Ebeveyn ve çocukları arasında öyle durumlarla karşılaşılır ki, adeta birbirlerine karşı sağır, dilsiz, kör ve duyarsız oldukları sonucuna varılır. Daha vahimi, ebeveyn ve çocukların bütünüyle hasmane bir ilişki içinde birbirlerini tahkir, tezyif ve tehdit ettikleri, hatta birbirlerinin canına kastettikleri görülebilir. Meselelerin kökenine inildiğinde, birçok neden bulunabilir; fakat hepsinde iletişim sorunlarının veya kazalarının hatırı sayılır payının bulunduğu hemen fark edilir.
İletişimin arkeolojisi ve muhtevası
İletişimin etimolojisine ve farklı dillerdeki kullanımına kısa bir bakış onun muhtevasına dair hayli ufuk açıcı bilgiler verir. Arapça “vüsûl” kelimesi ulaşmak, erişmek, sevdiğine kavuşmak manasını taşır; “vasl”, “vuslat”, “visâl”, “ittisâl” aynı kökten türeyen kelimelerdir. “Vasıl” cümlelerin “ve” bağlacı ile birbirine bağlanması; bir şeyi diğer bir şeye bağlamak, ulamak, eklemek anlamına gelir. İletişimin karşılığı olarak kullanılan “ittisâl” kelimesi ise ulaşmak, bitişmek, birbirine dokunmak, yakınlık, bağlılık, kavuşmak anlamlarını taşır. “İttisâl” aynı zamanda tasavvufi ve felsefi bir terim olarak, insan aklının faal akılla kurduğu ilişkiyi nitelemek için kullanılır[2]. Bu çerçevede, Farsça “peygamber” kelimesi “haber getiren” demektir; “Kur’ân-ı Kerîm’de peygamber kelimesinin karşılığı “nebî”, “resul” veya “mürsel” kelimeleridir; “nebî” haber veren; mertebesi yüksek olan; açık seçik yol demektir. “İrsâl”, “ictibâ”, “ıstıfâ” ve “ba‘s” kökünden fiiller peygamber gönderilmesini ifade eder.[3] İletişimle ilgili bir diğer kelime “haber”dir; bir nesneyi gereği gibi bilmek için yoklamak, sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak manasına gelen “hubr” (hıbre) kökünden türemiştir. “Haber”, geçmişte cereyan etmiş veya gelecekte vuku bulacak olayları bildiren, duyularla algılanabilir, doğru veya yanlış olma ihtimali bulunan söze denir.[4] Bu kapsamda, “muhabere” ve “havadis” kelimeleri de zikredilmelidir. Azerice “ünsiyyät”, Uygurca “alaqä”, Karaçay-Malkar lehçesinde “söleşıw” kelimelerinin iletişim anlamında kullanılması dikkat çekicidir.[5] İletişimin batı dillerindeki karşılığı “communication” kelimesidir; kökü Latince “communicatio” ve “communicationem” kelimelerine dayanır. Latince “communicare” fiili paylaşmak, dağıtmak, iletmek, bilgilendirmek, tebliğ etmek, bildirmek, birleştirmek, bir araya gelmek, iştirak etmek anlamını taşır. Bu kelime müşterek, ortak, müşterek hâle getirmek, herkese ait, genel, serbest, açık, kamu, halk manasına gelen “common” ve “commun” kelimelerinden; iletişim kurmak anlamında kullanılan “communicate” ise “communicatus” kelimesinden türemiştir.[6] Yukarıdaki tanımlar çerçevesinde görülüyor ki, iletişim ile “topluluk” veya “cemaat” kavramları yakından ilgilidir.[7] Türkçe “ileti+şim” kelimesinin topluluk, ortaklık, kamusal alan gibi anlamları yeterince ifade ettiğini söyleyemeyiz; fakat karşılıklılık veya işteşlik vurgusu önemlidir. İletişim, kişi, organizma veya varlıklar arasında değişik yöntemlerle bilgi alış verişini mümkün kılan bir süreç olarak tarif edilir; bir anlamda, varlığın bilgisinin kodlanması, nakledilmesi ve çözümlenmesi sürecidir. İletişimden bahsedebilmek için, göndericiye, alıcıya, gönderi veya ileti olarak tarif ettiğimiz içeriğe veya mesaja gereksinim vardır. Bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için, gönderen ile alıcının yeterli özellikleri haiz olması beklenir; bunun yanı sıra, mesaja ve kodları her ikisi tarafından kavranabilecek ortak bir dile ihtiyaç duyulur. Sözlü bir mesaj bahis konusu ise, tarafların konuşma (yazma), duyma (okuma) yetileri ile birlikte mesajın kodlandığı dile vakıf olmaları gerekir. Aksi takdirde, birinin anlatması (yazması), diğerinin anlaması (okuması), dolayısıyla her ikisinin anlaşabilmesi mümkün olamaz. Bu kapsamda, iletişimin sadece sözlü veya yazılı bir süreç olmadığını belirtmeliyiz. İletişimde esas olan, bir hakikatin dile getirilmesi, varlıklar arasında bir bilginin, mesajın, duygunun, düşüncenin paylaşılması veya iletilmesidir. Biyolojik varlıkların fizyolojilerinin bir gereği olarak en küçük parçalarından bütün bir sistem olan vücutlarına kadar çoklu ilişkilere ve iletişim süreçlerine sahip oldukları dikkate alındığında, âlemdeki sözlü olmayan iletişimin boyutları tasavvur edilebilir. Literatürde, kendisi dışında başka bir şeyi hatırlatan, gösteren veya düşündüren kelime, nesne, görünüş veya olgular gösterge olarak nitelenir. Kelime, resim, şekil, işaret gibi ögelere gösteren; bu gösterenlerin zihinde uyandırdığı görüntü veya anlamlara gösterilen denir. Dil göstergeleri söz ve yazıyla gerçekleşir; duygu ve düşünceler bu göstergelerle hayli karmaşık biçimde ifade edilebilir. Öte yandan, fotoğraf, resim, sembol, şekil, işaret, hareket, jest veya mimik gibi dil dışı göstergeler de varlıklar arasında ilişki ve iletişim kurulmasında hayli etkilidir. Meselâ, trafik işaretleri dâhil, her türlü yol, iz, yön levhalarını, işaret veya sembollerini ele alalım. Bu işaret ve semboller yoluyla kişi fiziksel ve zihinsel olarak kendi konumunu tayin eder, hareket tarzını belirler; duygu ve düşüncelerini planlayabilir. Sadece görsel öğeler değil, sesler de gösterge olabilir; sirenler, alarmlar, çan, gonk, duruma göre ezan veya notalar tümü bu kapsamda değerlendirilebilir. Sözlü ya da yazılı iletişimin dışında jestler, mimikler, göz teması, ağlama veya gülme gibi her türlü beden dili sözsüz iletişimi meydana getirir. Gözler, dokunma veya hareketler ile sürekli bilgi gönderilir; aynı şekilde duyu organlarıyla bu bilgi alınır, zihinsel olarak yorumlanır. Bu bakımdan, varlıklar veya organizmalar arasındaki ilişkiler aynı zamanda bir anlamlandırma çabası ve iletişim ağı olarak işler. Bitkiler, hayvanlar, bakteriler, mikroorganizmalar kendi içlerinde ve aralarında karmaşık iletişim yöntemlerine başvururlar. İnsanlar da her türlü hâl, hareket ve fiilleriyle çevrelerine kendileri hakkında bilgi gönderirler. Arkeolojik bulgularda olduğu gibi, farklı zamanlarda yaşasalar bile, ilişki ve iletişim kurabilirler. Ya da, bir hekim ile hastası arasında gözlenebileceği üzere, belki aralarındaki sözlü iletişimden daha fazla sözsüz bir iletişim cereyan eder. Bir hekim mesleki bilgi ve tecrübesinin yanı sıra, muayene, tahlil ve gözlem cihazlarının yardımıyla hastasının anlattıkları kadar anlatmadıklarından da birçok bilgiye ulaşarak teşhiste bulunabilir. Denebilir ki, bilinçli veya bilinçsiz olarak sözlü veya yazılı iletişimden sarfınazar eden bir kişi dahi tavırları ve beden dili ile hâlini konuşmaya, anlatmaya devam eder. Bu bakımdan, bedenin bilinç dışı verdiği tepkiler de iletişim açısından gösterge olarak değerlendirilir. Bir kişinin yüzünün, kulaklarının veya burnunun kızarması, başı ile yaptığı hareketler, elleri ile oynaması, giyim kuşam biçimi, tercih ettiği renkler, takı ve aksesuarları, tırnak veya saç biçimi gibi birçok husus kendisi ve çevresi hakkında pek çok fikir verebilir.İletişimin Dibacesi: Selamlaşma ve Hâl Hatır Sorma
Kişilerin kavram dünyaları, kendilerine ve topluma dair tutum, tavır, ihtiyaç ve beklentileri iletişim tarzlarını derinden etkiler. Meselâ sadece “nasılsınız?” sorusu bile insanların ilişkileri ve iletişimine dair önemli ipuçları verir. Gündelik hayatta “nasılsınız?”[8] sorusunu ve bu soruya verilen cevapların bir kataloğunu çıkardığımızı düşünelim; seçenekler neler olabilir? “Nasılsınız?” sorusunu sorarken, onunla birlikte nasıl bir cevap veya tepki beklediğimizi de muhatabımıza iletiriz; ses tonumuz, bakışlarımız, hareketlerimiz, meşgul olduğumuz şeyler ve hatta geçmişte yaşadıklarımıza referans ile iletiriz bunu. Alışılageldik bir biçimde muhatabımıza “nasılsınız?” diye sorduğumuzda, sorumuzu çok da ciddiye almamasını, kendisiyle (duygu, düşünce ve hissettikleriyle) veya içinde bulunduğu koşullarla (zorlukları, ihtiyaçları ve talepleriyle) ilgilenecek vaktimizin, isteğimizin veya imkânımızın olmadığını ima ederiz. Sorumuza, alışkanlık gereği “iyiyim” veya “fena değilim” gibi alelusul bir cevap bekleriz. Hâliyle “nasılsınız?” sorusunu içi boşaltılmış basit bir ritüele dönüştürür, bir anlamda muhatabımızı istediğimiz biçimde cevap vermeye zorlamış oluruz. “Nasılsınız?” sorusu hayli farklı biçimde de sorulabilir, o zaman da kuşkusuz üzerine yine birçok duygu ve düşünceyi yükleriz. Muhatabımızın hâlini hatırını öyle anlamlı bir biçimde sorabiliriz ki, o zaman “nasılsınız?” sorusu gelişigüzel, nezaketen bir soru olmaktan çıkar. Muhatabımızı ahlaken en az kendimiz kadar önemsediğimizi[9], kendisini anlam dünyamızda yeri doldurulamayacak bir konumda gördüğümüzü; keder ve sevincini eşit ölçüde paylaşmaya, kendisi için yapabileceklerimizi maddi-manevi imkânlarımızı seferber ederek ifa etmeye hazır olduğumuzu ifade ederiz[10]. “Nasılsınız?” sorusunun bu haliyle sorulabildiği bir toplumda insan ilişkilerinin nasıl bir görünüm sergileyeceğini tahmin etmek zor olmayacaktır. Selam ve selamlaşma da iletişim açısından hayatî önemi haizdir. Selam iletişimin dibacesidir, giriş kapısıdır; iletişim bir süreç olarak selam ile başlar yine selam ile sona erer. Selam verdiğimizde, muhatabımıza onu tanıdığımızı, kendisine bir zararımızın dokunmayacağını, kendisini barış ve esenlik içinde hissetmesini; bizim de kendisinden emin olduğumuzu veya olmak istediğimizi iletiriz. Bu kapsamda, “İslam” kelimesi ile aynı semantik kökten gelen Allah’ın “Selâm” ismini özellikle zikretmek gerekir: Allah kendisini Selâm, “barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren”[11] olarak niteler. Selamlaşma konusunda nasıl davranmak gerektiğini de açıklar: "Siz bir selâm ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selâmı aynen iade edin…”[12]. "...Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selam verin…”[13] "Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir…"[14] Selamlaşmanın önemini Hz. Peygamber de şöyle vurgular: "İman etmedikçe Cennete giremezsiniz: birbirinizi sevmedikçe, olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız!"[15] İletişimde izlenecek yol ve yöntem, farklı görüş ve inançtaki insanlara karşı izlenecek tutum ve tavır, kullanılacak üslup ve dil konusunda Kur’an-ı Kerim’de pek çok hatırlatma, uyarı, emir ve yasak bulunur; bunlardan bazıları şöyledir: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”[16] “Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selam olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz’ derler. Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”[17] “Siz Kitabı (Tevrat'ı) okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?”[18] “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”[19] “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler… Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”[20] Aralarındaki işleri kâtipler ve şahitlerin huzurunda kayda geçirmelerinden, verdikleri sözleri yerine getirmelerine; gıybet ve dedikodudan uzak durmaktan, iyiliği öğütleyip kötülükten uzak tutmaya; farklı inançtaki kişilerin inançlarına ve tanrılarına hakaret etmemekten, sözün en doğrusunu, en güzel şekilde söylemeye varıncaya kadar hayatın tüm yönlerine dair ahlaki davranış manzumesi sunulur insana. Ve hakikatin yok sayılmasına, çarpıtılmasına karşı şiddetli uyarılar yapılır.Teknoloji çağında yüz yüze iletişim ve lisan-ı hâl ihya edilebilir mi?
Günümüzde iletişim araçları toplumun işleyişini derinden etkiliyor. Taş tabletler, abideler veya ulakların iletişime aracılık ettiği bir toplum ile kâğıt veya telefonun kullanıldığı bir toplum hem büyüklük hem de ilişkiler bakımından birbirinden elbette farklıdır. İletişim araçlarının görece sabit veya sınırlı olduğu bir yerde, toplum da görece küçük ve sabit kalır. İletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte insanların da tüm yeryüzüne yayıldığı, zamanın hızlandığı, zaman ve mekân bütünlüğünün parçalandığı görülüyor.[21] Televizyon gibi iletişim araçları hakikat algısını bütünüyle dönüştürüyor; iletişim teknolojisi ile üst gerçekliğin inşa edildiği, simülasyonun hakikatin yerini aldığı iddia edileli çok oldu.[22] Diğer yandan, eylemlerimizin iletişimsel karakterinin güçlendirilmesi imkânı sürekli araştırılıyor.[23] İletişim araçları ile toplumsal ilişkilerin nasıl etkilendiği sorgulanıyor[24] ve bu kapsamda etkileşim biçimlerine dair sınıflandırmalar dikkat çekiyor; aracılı iletişim giderek yüz yüze ilişkilerin ve etkileşimin yerini alıyor.[25] Yüz yüze iletişimde kişiler hiçbir araca ihtiyaç duymadan aynı zaman ve mekânı paylaşarak karşılıklı diyalog içinde iletişim kurabilirler. Fakat iletişim, araçlar üzerinden gerçekleştikçe fiziksel olarak mesafeler de uzuyor; insanlar da birbirlerinden uzaklaşıyor. Zaman ve mekânda yaşanan kopukluklar kimlikleri ve aidiyetleri de belirsizleştiriyor. Adeta “gözden ırak olan gönülden ırak olur” atasözünü doğrularcasına birbirinden uzaklaşan insanlar, kalabalık şehirlerde birbirlerine yabancı ve düşman yığınlara dönüşüyor. Teknolojinin toplum ve insan üzerindeki en büyük etkilerinden biri iletişim teknolojilerinin ve yeni medyanın yükselişi ile yaşanıyor. Her dönemde, teknolojik yenilikler insanlara birer müjde olarak sunulmuştur; yeni medya da bu bakımdan istisna değil. Yüzyıllardır görüyoruz ki araçlar mükemmelleşiyor, fakat insanlar ihmal ediliyor.[26] Araç ve teknik yaşam biçimini belirlemiyor sadece, yaşam biçiminin kendisi oluyor. İnsanların olgunlaşması, kemâle ermesi hayata ve varoluşa dair bir mesele olmaktan çıkıyor, dışlanıyor. İnsanların inancı, dünya görüşü, hayatı kavrayış ve yaşayış biçimi bütünüyle dönüşüyor; sanayi toplumunun ortaya çıkışı sırasında yaşanan anomi —normsuzluk, kuralsızlık, amaçsızlık— hâli yeni biçimlerle kendini derinden hissettiriyor; toplumsal kurumlar da tüm dünyada ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak bir seyir izliyor. Konuşmak, dinlemek, yazmak, susmak, tartışmak, sohbet etmek, münazara veya istişare etmek, söyleşmek, görmek, dokunmak, jest ve mimikler, hepsi iletişimin farklı hâlleri. Fakat bir dönemler, zamanı denetleyen mekanik saatin, aynı zamanda koluna bir kelepçe gibi takılıp adeta insanı tutsak alması gibi, sanal âlemin de insanları kendi içine çekmesi ile yüz yüze iletişim giderek çoraklaşıyor. Teknoloji çağında evrensel hakikat ve değerlerin neşvünema bulabilmesi, iç barış ve huzurun, beden ve ruh, akıl ve duygu, insan ve toplum, zaman ve mekân bütünlüğünün korunabilmesi için, yüz yüze iletişimi güçlendirmeye ve lisan-ı hâli ihya etmeye muhtacız.Notlar
[1] Farklı disiplinlerdeki usûl ve metodoloji tartışmalarının yanı sıra, ahlak felsefesinde araç-amaç ilişkisi ve rasyonellik meselelerinin geniş yer tuttuğu hatırlanmalıdır. [2] “İttisâl”, “Vasıl”, “Vüsûl”, TDV İslam Ansiklopedisi, 23: 484-485, 42: 537-539, 43: 143-145. “İttisal” TDK Güncel Türkçe Sözlük. [3] “Peygamber”, TDV İslam Ansiklopedisi, 34: 257-262. [4] “Haber”, TDV İslam Ansiklopedisi, 14: 346-349. [5] Emine Gürsoy Naskali, Türk Dünyası Gramer Terimleri Kılavuzu, 1997. [6] Douglas Harper, "Communication", “Common”, “Communicate”, Online Etymology Dictionary. [7] “Cemaat”, “Cemiyet”, “Cumhur” ve İngilizce “Community” kelimeleri bu hususta fikir vermektedir. [8] TDK Güncel Türkçe Sözlük’te “nasılsınız” bir kimsenin sağlığını ve durumunu öğrenmek için sorulan nezaket sorusu; “hâl hatır (veya hâlini hatırını) sormak” ise bir kimseye “nasılsınız, ne durumdasınız” anlamında nezaket sorusu yöneltmek biçiminde tarif edilmektedir. [9] “Hiçbiriniz kendisi için istediğini, mümin kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.” Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71. [10] “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun kusurunu örter.” Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58. [11] Haşr, 59/23. [12] Nisâ, 4/86. [13] Nur, 24/61. [14] Nur, 24/27. [15] Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Kıyâmet, 57. [16] Hucurat, 49/6. [17] Kasas, 28/55-56. [18] Bakara, 2/ 44. [19] Saf, 61/2-3. [20] Hucurat, 49/11. [21] Harold A. Innis, Empire and Communications, 1950. [22] Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, 2003. [23] Jürgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, 2001. [24] Marshall McLuhan, Understanding Media, 1964. [25] John B. Thompson, The Media and Modernity, 1995. [26] Örneğin bkz., Jean-Jacques Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, 1998 * Bu yazı ilk olarak, Din ve Hayat Dergisi, Sayı: 22, 2014, s.4-9'da yayımlanmıştır..Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Emre Bağce imzasında diyor ki;
Hayata umutla bak.
Emre Bağce'nin Profili Emre Bağce'nin Tüm YazılarıBu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Emre Bağce- 1 hafta önce
Teşekkür ederim Mustafa Bey, selamlar 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Mustafa Atagün- 1 hafta önce
Paylaştıklarınızın tümüne katılıyorum.... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Emre Bağce- 2 hafta önce
Teşekkür ederim Barış Bey, var olun. Haklısınız. Um... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...