- Yazar: Emre Bağce
- Kategori: Toplum
- Bu yazı Okuryazar’a 3 yıl önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 2766
Konuşmak mı, Susmak mı?
"Ağzı olan konuşuyor". Bu söz ilk olarak ne zaman kullanıldı, nasıl yaygınlaştı pek bilinmez. Türk Dil Kurumu Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünde "konuyla ilgisi olmayan, bilir bilmez herkesin söyleyecek sözü var" anlamında kullanılan bir deyim olarak tarif edilmiş. Malumu ilam etmek kabilinden de olsa, ülkemizde en sık müracaat edilen deyimlerden biri olduğu söylenebilir. Siyasi aktörler icraatlarını savunurken veya halka hitap ederken, türlü sahalarda muhalif veya rakipler birbiriyle atışırken, herhangi bir toplantı veya panelde katılımcılar herhangi bir meseleyi tartışırken bu söze tesadüf etmemek adeta imkânsızdır. Bir hususta, ilgililerin ve uzmanların görüş bildirmesine yönelik bir talep anlaşılabilir. Fakat meselenin bu denli masum olmadığını not etmek gerekir. "Ağzı olan konuşuyor" sözünün çoğunlukla otorite iddiasındakiler tarafından kullanıldığı hatırda tutulmalıdır. Bu söz her şeyden önce bir anlayış ve tavrı gösterir. Öyle ki, konuşma yoluyla kişiler üzerinde otorite tesis etmeye yönelik bir tavır benimsendiğini, o sözü söyleyenin insanları denk görmediğini ve başkalarını dinlemeye tahammülünün bulunmadığını izhar eder.
Herkesin konuşması değil, mütemadiyen birilerinin konuşması felakettir. Dinlemek ve başkalarının konuşabilmesine imkân vermek için susmak ise erdemdir.
İnsanın kendisine "ne zaman konuşuyorum, hangi hallerde susuyorum?" diye sorması gerek. Denebilir ki, susulması gereken zamanlarda konuşanlar, konuşulması gereken zamanlarda da konuşmaz, bilakis susarlar. Konuşacak olsalar da, kendilerine yontacak biçimde hakikati baştan sona değiştirir ve çarpıtırlar.
Hakikatin ve varlığın kavranmasında; varlıklar arası ilişkilerin anlamlandırılması, inşa edilmesi ve düzenlenmesinde konuşma ve dil esaslı bir rol oynar. Bu nedenle, konuşma ve dilin faydaları-zararları kadim bilgeliğin ve ahlakın hiç kuşkusuz ana konuları arasında yer almıştır. Benzer şekilde, modern zamanlarda da ideoloji tartışmaları bu denli revaç bulmuştur. Hatipler, ideologlar, akademisyenler, sunucular, şarkıcılar, spikerler, komedyenler, gazeteciler ve ismini sayamayacağımız nice işgüzarlar hep konuşurlar. Bunlar adeta her şeyi bilmeye mahkûm edilmiş bir halet-i ruhiye içindedirler. Kendileri her şeyi bildiklerinden ve konuştuklarından dolayıdır ki başkalarını pek nazarı dikkate almazlar. Boyuna demokrasiden, insan haklarından, katılım ve diyalogun erdeminden bahseden bir kişi aslında, bizzat kendi yaptığının bir monolog olduğunu, içinde bulunduğu halin insanların haklarına ve katılımına halel getirdiğini bilmez, görmez, görmezlikten gelir. Sokrates, her şeyi bildiğini iddia eden Sofistlerin karşısında, hiçbir şey bilmediğini boşuna söylemiyormuş.
Kitap kapaklarında, konferans salonlarında, protokollerde, sanat galerilerinde, televizyon programlarında ve gazete köşelerinde mütemadiyen boy gösterenlerin ruh hallerine ve kişiliklerine yönelik bir test uygulansa ne tür sonuçlara ulaşılır? Mesela, ihtiras düzeyleri nedir? Egoizmleri ve benlikleri ne boyuttadır? Toplumda, bulundukları mecralarda yaşanan rekabeti ve kendilerinin de dâhil olduğu kurtlar sofrasını nasıl yorumluyorlardır? İnsanların birbirini çiğnediği, ezdiği bir ortamda, ayakta kalmak, mevcut pozisyonlarını korumak için neler yapıyor olabilirler? Beyaz Saray'ın bahçesinden, ABD başkanı Bush'un ne kadar da yüksek ahlaklı ve dindar bir kişilik olduğunu bütün dünyaya ilan ediyor olabilirler mi? Yabancı bir dilde yazdıkları makalede başka türlü, Türkçe yazdıklarında başka türlü konuşuyor olabilirler mi? Herkesin faydasına olan bir şey kendilerine menfaat sağlamıyorsa başka türlü, kendilerine küçük bir menfaat sağlayan bir iş söz konusu olduğunda ise başka türlü söylüyor, konuşuyor, davranıyor olabilirler mi?
Her ne nam altında olursa olsun, mütemadiyen birilerinin konuşması insanlığa felaket getirir. Fakat içinde yaşadığımız dünyaya bakınca, öyle anlaşılıyor ki birileri konuşmanın insanlar üzerinde iktidar kurmanın başlıca yollarından biri olduğunu keşfetmiş. Öyle anlaşılıyor ki, birileri konuşmanın şehvetinden kendini alıkoyamıyor. Aksi hâlde başkalarını dinlemek, en azından başkalarının konuşmasına imkân tanımak için bir an olsun susmazlar mıydı? Anlaşılan o ki, kurdun ağzı bir defa kana değmiş.
"Konuşmak mı, susmak mı yeğdir?" sorusuna verilebilecek makul cevap herhalde "yerinde ve zamanında konuşmak" veya "yerinde ve zamanında susmak" olur. Bu cevap ise yeni soruları beraberinde getiriyor; çünkü neyin yerinde olup olmadığı izaha muhtaç. Fesada uğramış bir benlik kuşkusuz kişisel menfaatine uygun olanı, kendi iktidar alanını genişletecek ve sürdürecek olanı yerinde görür. Böylece, hakikat binlerce kez yıkılıp binlerce kez yeniden inşa edilebilir. Hakikat aslında bu yıkım ve inşa sürecinde bir çöpe veya hafriyata dönüştürülerek erdemsizliğin en uç noktasında bir meçhule gömülür.
Konuşarak öğretmeye çalışır insan. Hâlbuki bilmez konuşarak öğrenildiğini ve susarak konuşulabileceğini ve öğretilebileceğini. Susmak bir anlamda, dayanmaktır, sabretmektir, kişinin kendi iç dünyasına yönelmesi, kendi iç dünyasını ihya etmesidir. Dinlemek bir anlamda kişinin bir başka kişinin iç dünyasına girmesidir, onu keşfetmesidir. Konuşmak çoğu zaman taciz etmektir; tasallut etmektir. Öznenin kendi içini dışına çıkarmasıdır. Sartre'ın dediği gibi kendi varlığına ve diğerine yabancılaşmaktır. Dolayısıyla, konuşmanın meslek halini aldığı bir yerde, insanların özgürlüğünden ve denkliğinden söz etmek imkânsız hale gelir. Konuşmanın meslek halini aldığı yerde konuşmacının kısa zamanda bencilleştiği, duyarsızlaştığı, kişiliğinin parçalandığı ve muhataplarına karşı çok farklı görünümler altında despotlaştığı görülür.
İnsanlar arasında itibarlı ve nitelikli ilişkilerin gelişiminde, konuşmada ve dinlemede mütekabiliyet hayati bir rol oynar. Yerinde konuşmak ve yerinde susmak erdemli bir hayata geçişte belirleyici bir eşiktir. Bu nedenle, bir kişinin diğer bir kişinin konuşabilmesine imkân tanımak için konuşması veya susması erdemli bir tavırdır. İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, faydalı-zararlı gibi kategoriler zemininde nice erdemlerin bir dökümünü yapmaya ve bunları kuvveden fiile çıkarmaya gün geçtikçe daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Böylece, yazmanın konuşmaya, okumanın ise dinlemeye eş olduğu belki hatırda tutulabilir.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...
Emre Bağce imzasında diyor ki;
Hayata umutla bak.
Emre Bağce'nin Profili Emre Bağce'nin Tüm YazılarıBu Yazının Yorumları
Son Eklenenler
Son Yorumlar
Emre Bağce- 1 hafta önce
Teşekkür ederim Mustafa Bey, selamlar 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Mustafa Atagün- 1 hafta önce
Paylaştıklarınızın tümüne katılıyorum.... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Emre Bağce- 2 hafta önce
Teşekkür ederim Barış Bey, var olun. Haklısınız. Um... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...