- Yazar: Hüma Gülfırat
- Kategori: Kişisel Blog Yazısı
- Bu yazı Okuryazar’a 19 saat önce eklendi ve şu anda 0 Yorum bulunmaktadır.
- Gösterim: 47
Kuru Kalabalıklar
Bir kafenin en kuytu kısmında oturuyordu genç kız, kendine yöneltilen meraklı bakışlar umurunda bile değildi. Masadan masaya hizmet eden garsonların gözlerinde yorgunluk okunuyordu. Ortalık duman altıydı, sigara ve içi boş muhabbetler havada uçuşuyordu. Birbirinden değişik yüzler ve her kafada ayrı dünya teraneleri vardı. Dışa vurumları dünya yansa umurlarında olmayacak gibiydi. Yüzlerinde sahte tebessümler naralar atarken gözleri içi boş bir cehaletin karanlığına gebeydi.
Boş bakışlarla insanları izliyordu, tek yalnız insan oydu. Ama bu durum garip değildi onun için, yalnızlık hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuştu. İçinde kimsenin duymadığı farklı serzenişler vardı. Kimsenin göremediği bir savaşın arefesinde aymaz bir gecenin pençesindeydi. Ne yapacağını bilemez halde bile bir topal umuda tutunmuştu yüreği, hiç vazgeçmeyen yorgun bir savaşçıydı. En büyük savaşı kendiyleydi aslında, içinde hiç susturamadığı o lanet sesleydi.
"Bırak uğraşma artık boş beleş işlerle, evcilik oynama kalk iş yap!"
Çocukluğundan beri kendine kene gibi yapışmış bu ses, maalesef ki en yakınındaki birinin eseriydi. Ruhuna dokuzluk bir depremin verdiği zararı vermişti o kişi, genç kız bununla savaşıyordu. Kazanan kimdi bilinmez lakin o sevgi yönünden bir sıfır mağluptu.
Sorgulayıcı bakışları yarıyordu mekanı, duman gittikçe etkisini artırıyordu. Dikkatini çeken bir olay oldu sonra, genç bir garson mekandan ayrılmak üzere ayaklanan bir müşterinin elindeki sarman kediyi aldı. Sonra onu şaşırtan bir şey oldu, kediyi mekanın arka kapısından sertçe dışarı attı ve müşterinin buna sesi bile çıkmadı. Ne de olsa kedi sevilmiş okşanmış, ruhları tatmin etmiş, göstermelik hayvan severlikte büyük bir rol oynamış ve işi bittiği için kapı önüne konmuştu. Dünyada öyle değil miydi zaten? Yaşam sıvımızı emip posamızı toprağa tükürürcesine gömmüyor muydu? Demek ki bura işi bitenin bir köşeye eskimiş bir bez parçası gibi atıldığı yerdi.
Her şey insan için miydi gerçekten? Yoksa insanın cebinde bulunan kağıt parçasına mıydı tüm bu hürmet? Hoş insan olmasa, nefes olmasa neye yarayacaktı ki o kağıt? Neyse, dedi kendine. Zaman arsız, yol belirsiz, içinde yaşadığım bu gezegen ise haysiyetsiz.
Düşünme, bak önüne.
Ne gelirse diline o serilir yoluna,
Sen güzelliklere dal gönlüm her şeyde bir hayır buluna.
İçeceğinin son yudumunu aldı ve karanlığın esir aldığı insanlarla dolu mekandan ayrıldı.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...