Okuryazar / Yazılar / Covid-1984 yazısını görüntülemektesiniz.

Bu bölümde yer alan yazılar Okuryazar üyelerinin; profillerinde, çeşitli kategorilerde yazdıkları bireysel yazıları, deneme, şiir, öykü, makale, bilimsel araştırma vb. tarzda yazdıkları yazılar ile oluşturulmaktadır.

4 kişi bu yazıyı beğendi
Beğen

Covid-1984

Ne zaman mahallemdeki tren yolu alt geçidini kullansam, duvarlarında bu ibareyi görüyorum. Hatta mahallemdeki birkaç bahçe duvarında da aynı yazı var. Galiba yazıyı spreyleyen arkadaş(lar)ımız, alt geçit duvarına yazıyı yazdıktan sonra hızını alamadı, mahalledeki bazı bahçe duvarlarında da sanatsal çalışmasına devam etti. “Covid-1984” şeklindeki duvar yazısıyla başka semtlerde, bahçe duvarlarında karşılaşan onlarca insan vardır muhtemelen. Duvar yazısını yazan arkadaşımız George Orwell’a selam mı gönderdi bilemiyorum ama benim gibi bazı insanların aklına onun “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı roman mutlaka gelmiştir. Bu yazıyı gördüğü halde bir anlam veremeyen, kayıtsızca önünden geçen de onlarca insan olmuştur. Benim için ilginç olan, bir takım eşiklerde, tarihsel dönemeçlerde aslında eskiden aşina olduğumuz olgu ve kavramlarla sanki yeniden tanışıyormuşuz gibi bir hisse kapılmak. “Covid-19 Pandemisi”nin de böyle dönemeçlerden biri olduğunu düşünüyorum. Covid-1984 yazısını görünce sanki yeni bir olgu ile karşılaşmışım gibi durup düşündüm. Bunun üzerine kendimce konuşup tartışmak istiyorum. Devleti Keşfetmek mi? Yazıya başlarken de belirttiğim gibi kuvvetle muhtemel, bu duvar yazısını yazanlar ünlü İngiliz Edebiyatçı, George Orwell’a selam duruyor. Daha doğrusu onun meşhur romanı “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”e gönderme yapıyorlar. Hikayesi distopik bir dünyada geçen bu roman, yayımıyla birlikte düşünce hayatımıza “büyük birader”, “düşünce polisi” gibi kavramları sokmayı başarmıştır. Kısa bir özet vermek gerekirse romanda, baskıcı, merkezi bir rejimin kontrolü altındaki Okyanusya isimli bir distopik ülkede, halkın ve hayatın nasıl manipüle edildiği anlatılıyor. Yanı sıra bu manipülasyon yapılırken başvurulan korku, beyin yıkama, propaganda gibi yöntemlerin nasıl uygulandığı da resmediliyor. Romanda her şeyin adeta bir çift göz tarafından sürekli gözetlenmesi, yönlendirilmesi, bazen de terbiye edilmesi gibi bir durum hikayeleştirilmiştir. Duvar yazısını görünce, bunu yazanların Covid-1984 ibaresini, romanda bahsi geçen düşünce polisi ve/veya büyük birader kavramlarıyla aynı anlama gelecek şekilde kullanmış olabileceklerini düşündüm. Eğer gerçekten bu niyetle ve düşünce ile yazmışlarsa pek de haksız sayılmazlar hani. Pandemi ile tanış olduğumuz Mart 2020’den bu yana tüm dünya gibi ülkemizde de, Covid-19 virüsü adeta racon kesiyor. Bu virüs öyle üst perdeden konuşuyor ki, insanların ne zaman sokağa çıkacağına, hangi koşullarda fiziksel olarak birbirlerine yaklaşacaklarına, nereden ve ne zaman ekmek alabileceğine, eğitimin nasıl sevk ve idare edileceğine, kısacası insana ve toplumsal eyleme dair ne varsa tek karar alıcı konumda. Başka bir ifadeyle, kamu otoritesinin de üstünde, adeta ona şekil verebiliyor; kamu otoritesini gözetleyen bir çift göz gibi büyük biraderlik yapıyor. Aslında Covid-1984 isimli bu büyük biraderi göz ardı etmek mümkün. Max Weber’e atıfla söylersek, nasıl olsa, Covid-1984’ün meşru güç kullanma hakkına sahip bir otoritesi yok. Ama Covid-1984’ün elinde başka bir şey var: Bizi hayatta kalıp kalmamakla tehdit ediyor. Bu da kamu otoritesinin üstünde demokles kılıcı gibi duruyor. Toplum nezdinde, kamu otoritesinin meşruiyetini zayıflatabildiği gibi güçlendirebiliyor da adeta bir turnusol kağıdı gibi işlev görüyor. Krizin Kaynağı Sistemden Medet Ummak… İşte tam bu noktada, pandemi döneminden önceki düşünce polisleri, büyük biraderler akla geliyor. Covid ile tanış olduğumuz kavramlarla, başka bir zaman diliminde zaten tanış olduğumuzun farkına varıyoruz. Ne demek istiyorum? Covid-19 pandemisi olana kadar, dünyaya neo-liberal politikalar hakimdi. Devletin rolü minimum olmalı, serbest piyasa koşulları ekonomiyi, toplumsal hayatı şekillendirmeliydi. Artık sınırlar yoktu, ulus devletin varlığı sorgulanmalıydı. Kısacası, “küreselleşme”, neo-liberal politikaların nasıl uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden “büyük birader” konumundaydı. Pandemi ile birlikte şunları duymaya başladık: Devlet dediğin kapsayıcı olmalı, pandemi tehdidine karşı kamu otoritesi gerekirse sınırları kapatmalı, devletler aşıya bir çözüm bulmalı, sokağa çıkma yasağını ivedi uygulamalı vb. Bu dönemde, virüsle küresel mücadele ile sonuç alınabileceğini, toplumların refah ve esenliklerinin küresel sosyal paylaşımla sağlanabileceğini duyduk, öğrendik. Aslında, vatandaş olarak devleti yeniden keşfetmeye, sorgulamaya başladık. Köprüden önce son bir çıkış bulmak gayreti ve arzusuyla onun yardım eli uzatmasını talep ettik. Ne de olsa can tatlıydı ve bu en temel hakkın korunması için bizi gözetleyen, koruyan, kollayan, kontrol eden bir çift göze ihtiyacımız var. İnsanlar, şirketler kriz zamanlarında tasarruf yapmaya başlar, krizden bu şekilde kurtulacağını düşünür. Halbuki krize yakalanmadan alınacak tüm önlemleri almak, tedbirli-proaktif olmak, kaynakları tasarruflu kullanmak esastır. Covid-1984 vesilesiyle kamu otoritesi ile tekrar tanış olmamız biraz bu duruma benziyor. Yaşadığımız krizin kaynağı olduğunu düşündüğüm “sistemden” krize çözüm bulmasını bekliyoruz. Nasıl bir çözüm bulunur, kamu otoritesi ve vatandaşlar bu durumdan hangi dersleri çıkarabilir, Covid-1984 bu anlamda yeni bir başlangıç olabilir mi, bunu zamanla göreceğiz. Bu arada şöyle de bir soru sorulabilir: Toplum olarak kısıtlandığımızı düşündüğümüz bu dönemin öncesinde ne kadar özgürdük? Devleti yeniden keşfediyoruz, peki özgürlüğümüzü keşfetmeye ne kadar hazırız? Örneğin, “kültür endüstrisi” haşmetli bir düşünce polisi olarak yıllardır tepemizde dururken, sokağa çıkamıyoruz diye şikayet etmek ne kadar sahici ? Galiba bunun üzerinde biraz daha düşünmem gerekiyor. Ama ortada iki yüzlü bir durumun olduğuna çok eminim. Ve Şirketler İnsanı Keşfetti!... Duvarlarda gördüğüm Covid-1984 ibaresi bana başka bir ikiyüzlülüğü daha hatırlattı. Kısaca söylemek gerekirse, iş insanları, şirketler “insanı yeniden keşfetti” diyorum bu duruma. Katıldığım bir webinarda, çok önemli bir kamuoyu araştırmacısı, pandemi döneminde başarılı bir çalışan yönetimi için yöneticilerin, insan kaynakları profesyonellerinin çalışan sosyolojisini çok iyi bilmesi gerektiğini söyledi. Çalışanların içinde bulunduğu halet-i ruhiye kadar eşlerinin, çocuklarının, anne ve babalarının, arkadaşlarının sağlık durumlarını bilmenin ne kadar kritik olduğu ifade edilmeye çalışılıyordu. Ve aslında çok doğru bir analiz, tespit. Çalışanların, her şeyden önce insan olduğu, insanın bir kaynak değil de kıymet olduğunu anlamak için illa ki küresel bir pandemi mi olmalıydı? Galiba, “bir musibet bin nasihatten evladır gibi bir durumla" karşı karşıyayız. Şirketlerdeki uzmanlaşma ve iş bölümü, sanayi kapitalizminin daha verimli ve sürdürülebilir olma gayretinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ilk olarak, F. Winslow Taylor, 1911 yılında yazmış olduğu Bilimsel Yönetimin İlkeleri adlı çalışmasında, şirketlerin verimli olabilmesi için çalışanlara nasıl yaklaşılması gerektiğini, bunun için iş bölümü ve uzmanlaşmanın ne kadar kritik olduğunu vurgulamıştır. Anlatılmak istenen, çalışanların esenliği, moral ve motivasyonu değil, daha fazla üretmesi, katma değerli, verimli çalışabilmesi için şekil ve şartların hazırlanmasıdır. Çalışan, edilgen kılınmış, mekanik olarak hareket eden bir robot muamelesi görmelidir. Sanayi kapitalizmi yerini ve gücünü finansal kapitalizme bırakmasıyla birlikte teknoloji, emeği her geçen gün daha fazla görünmez kılmıştır. Teknoloji değer yaratmak için bir araç olduğu kadar beraberinde ber bir çalışma kültürünü getirmiştir. Gözlemlerime göre, çalışanların edilgen durumunda bir değişim olmamıştır. Yarattığı katma değerle, ürettiği mal ve hizmetin miktarı ve kalitesine göre performans değerlendirmesine tabi tutulmuş, bu değerlendirmeye göre ödül veya ceza ile karşılaşmıştır. Klasik söyleme göre bunda çok da garipsenecek bir durum yok aslında. Günün sonunda şirketler “amme hizmeti” yapmıyor, kar amacı güdüyorlar. Samimiyet ve Sahicilik İmtihanı Peki pandemi ile birlikte şirketler kamu hizmeti yapmaya başlamadığına göre ne değişti? Ne değişti de “iş hayatında insan olgusu keşfedildi”, çalışanların her şeyden önce bir insan olduğu; onu tanımak kadar sosyal çevresini de bilmenin önemli ve kritik olduğu ifade edilmeye başlandı? Nasıl ki devletin kapsayıcı, paylaşımcı, bölüşümcü olması konuşuluyor, isteniyor; benzer şekilde şirketlerin de çalışma kültürlerinin de kapsayıcı, şefkatli olması, bu dönemde kar odaklı olmak yerine paylaşım odaklı olması dile getiriliyor. Pandemi sonrası dönemde, yönetiminin samimi, sahici bir dil tutturduğu, özü ve sözünün bir olduğu, çalışanları ile empati yapabilen, onlara değer veren ve bunu gösterin şirketlerin ayakta kalabileceği, rekabet avantajına sahip olacağı konuşuluyor. Bu dönemde organize edilen, yönetim ve insan kaynakları zirvelerinde şirketler “çalışanlarına karşı en şefkatli olmak” noktasında adeta yarışıyorlar. Bütün sunumlar, iyi uygulamalar bunun üzerine. Örneğin, bu dönemde şirketlerin tepe yöneticileri çok sık bir şekilde çevrimiçi toplantılar yoluyla çalışanlarıyla bir araya geldiklerini, çalışanlarını yakından tanımaya gayret ettiklerini belirtiyor. Daha sonra bu tür çalışmalar, güzel ve süslü ifadelerle kurum içi iletişim, işveren markası çalışmalarını bir enstrümanı haline getiriliyor. Bunları gördükten sonra şunu söylemekten kendimi alamıyorum: “Covid-1984 sen nelere kadirsin, ne kadar etkili büyük biradersin ki iş hayatında insan yeniden keşfedildi!”. Peki, bu durum, bu samimiyet ve sahicilik testi daha ne kadar devam edecek? Galiba bunun üzerinde biraz daha düşünmem gerekiyor. Ama ortada iki yüzlü bir durumun olduğuna çok eminim. Son Söz… Duvarlarda gördüğüm Covid-1984 ibaresi bana bunları düşündürdü. Düşünce polisinden kurtulmak için başka bir düşünce polisine ve/veya büyük biradere ihtiyacımız yok aslında. Ümid ediyorum ki Covid-1984 bunu öğrendiğimiz bir gerçeklik olmuştur. Şartlar ne olursa olsun, her dönemin bir düşünce polisi ve/veya büyük biraderi olacak, çalışmaya devam edecek. Bize düşen, onların birkaç adım önünde olmak, bir şeyleri değiştirmek için onlardan daha fazla çalışmak.
Beğen, Paylaş ve Yorum Yap
Diğer sosyal mecralarda da paylaşmayı sakın unutma :)
...

Bu Yazının Yorumları

Son Eklenenler
Son Yorumlar

Emre Bağce- 1 hafta önce

Teşekkür ederim Mustafa Bey, selamlar 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...

Mustafa Atagün- 1 hafta önce

Paylaştıklarınızın tümüne katılıyorum.... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...

Emre Bağce- 2 hafta önce

Teşekkür ederim Barış Bey, var olun. Haklısınız. Um... 2028 Cumhurbaşkanı Seçimleri iç...
Daha Fazlasını Gör